Paylaş
Atina
İki gün, 100'den fazla Türk ve Yunanlı gazeteci Atina'da iki ülkenin medyalarının barışa katkı için neler yapması gerektiğini tartıştık.
Konferans inanılmaz bir olgunluk içinde geçti.
Hem biz, hem de Yunanlı meslektaşlar son zamanlardaki barış havasının en ufak bir zarar görmemesi için olağanüstü dikkatli davrandık.
Konferansın açış konuşmasını yapan Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu her iki ülkenin medyasına son aylardaki tutumları nedeniyle teşekkür etti.
Papandreu Türk ve Yunan medyasını şu ilginç sözlerle övdü:
‘‘İki ülkenin halkları birlikte yürüme sürecine girdiler. Unutmayın ki bu sizin eserinizdir.’’
Bir sonraki konferans eylülde İstanbul'da.
Bu kez biz Yunanlı meslektaşlarımızı Türkiye'de ağırlayacağız ve onların bizlere gösterdiği olağanüstü konukseverliğe yanıt vermeye çalışacağız.
İki günlük konferansta şuna kesinlikle inandım ki eğer dışardan görünmeyen eller ortalığı karıştırmazsa, iki ülke arasında başlayan ve insanların yüreklerinden fışkıran bu dostluk ateşi kesin olarak sönmez.
Konferansta yapılan konuşmalar barışa olan susamışlığı öylesine güçlü bir şekilde dile getirdi ki bu güzel havanın bozulmayacağı inancı hepimizde yerleşti.
Barış, sevgi ve kardeşlik ne kadar muhteşem bir duygu.
Hem biz, hem de Yunanlı meslektaşlarımız bu konferasta bunu doya doya tattık.
* * *
Yıllarca Yunanistan'da görev yapan gazeteci dostum Ahmet Uran Baran'ı, şimdi rahmetli olan o güzel insanı anmadan edemedim.
Ahmet Uran Baran ne zaman Türkiye'ye tatile gelse buluşur, kafaları çekmeye giderdik.
Baran, iki ülkenin kesinlikle barışı yakalayabileceğine inanmazdı.
Haklıydı. Çünkü onun Atina'da bulunduğu yıllar iki ülke arasındaki gerginliğin en yoğun olduğu dönemlerdi.
Her akşam gidip yemek yediği ve bir akraba gibi kaynaştığı lokantanın sahibinin en ufak bir olayda kendisine yemek vermediğini ve lokantasından kovduğunu üzülerek anlatırdı:
‘‘Her seferinde bir daha o lokantaya ayak basmamaya yemin ederdim ama bir iki gün geçtikten sonra lokanta sahibi büroya kadar gelir, yalvar yakar beni alır götürürdü. Ben de dayanamaz giderdim. Ama bir süre sonra bir gerginlik olunca yine yemek vermez beni kovardı.’’
Bunu anlattıktan sonra öfkeyle ‘‘Bunlardan dost olmaz. Bak göreceksin bir yıl içinde mutlaka savaş çıkar’’ derdi.
Her gelişinde bu iddiasını yinelerdi ama beklediği savaş bir türlü çıkmadı.
Keşke yaşasaydı da bugünleri görseydi.
Kimbilir ne kadar sevinirdi.
* * *
Galiba hem Türkiye, hem de Yunanistan bu kez yeni dünya düzeninin güçlü ve saygın ülkeleri olmak için barışa sarılmaya mucbur olduklarını artık gördüler.
Her iki ülke refah toplumu hedefine ulaşmak için ellerindeki altın anahtarın aralarındaki sihirli denizi ortak kullanmaktan geçtiğini de anladılar.
Türk ve Yunan toplumları geçmişin takıntılarından beyinlerini temizleyebilirlerse savaşmaktan çok daha zor olan barışı kurabilirler.
İki ülke de ‘‘Tarih tekerrürden ibarettir’’ sözünü, atalarından kendilerine miras kalan olgunluğu, sabrı ve bilgeliği kullanarak boş çıkarabilirler.
Eğer her iki ülkenin insanları Ahmet Uran Baran'ın sabrı ve olgunluğu ile Yunanlı lokantacı dostunun pişman olma erdemliliğini gösterebilirse bu zor savaşı kazanabilirler.
Bir Yunanlı meslektaşın dediğini unutmayarak:
‘‘Gelecekte çocuklarımız Türk ya da Yunanlı olduklarıyla değil, Avrupalı olduklarıyla övünecekler.’’
Paylaş