FRENK lisanlarında, aşağı yukarı "zamanın ruhu" diye tercüme edebileceğimiz bir deyim vardır. Lûgate girişi eskiye uzanmadığından da nispeten yeni sayılır.
Ve bu ifade, tam kesinleşmemiş ve teoriden pratiğe geçmemiş olsalar dahi, belirli bir dönemde ağır basmaya başlayan genel eğilimler için kullanılır.
Ancak "moda"dan veya şimdilerde dil pelesengi edilen "trend"denfarklıdır.
"Zamanın ruhu" denildiğinde, somut bir olgudan ziyade, o somutlaşma öncesinde hissedilen, sezinlenen, koklanan, duyumsananbirhava, bir durum, bir gidişat kastedilir.
***
ÖRNEKLERSEK, bir,modern ulus-devlet hanidir teorize edildiği; pozitivist fikirler hızla yaygınlaştığı; artı, kraliyet ailesi dahil Versailles aristokratları Voltaire okuduğu içindir ki, fiilen gerçekleşmeden bile önce, 1789 Devrimi "zamanın ruhu"na uygun bir gelişmedir.
Beklenmedik bir sürpriz değildir ve "tarihin kazası" diye nitelendirilemez.
İki; Avrupa 1. Harp’te dehşet bir travma yaşadığından; çoğulcu rejimler kaosa çare bulamadığından; bir yandan Rus Bolşevikler, diğer yandan Alman muhafazakar devrimciler ve Fransız aşırı sağcılar anti-demokratizmi hanidir kitabiyata geçirdiğinden, komünist, faşist ve nazi totalitarizmler yine "zamanın ruhu"na paralel sistemler olarak ortaya çıkmışlardır.
Bunlar da gökten zembille inmemişlerdir ve "koklanan hava"da "pişmişlerdir" (!).
Üçüncü olarak da, bu defa 2. Savaş ertesinde başlayan anti-kolonyalist dönem, hem yenik veya muzaffer metropollerin takati çoktan tüketmesinden; hem de ABD’nin daha 1941 Terre-Neuve buluşmasında sömürgeciliği tasfiye kararını bildirmesinden kaynaklanmıştır.
Yani, o uzun sürmüş "Üçüncü Dünyacılık" da "zamanın ruhu"ndan doğmuştur.
Kaldı ki, deyim siyasetle de sınırlanamaz. Meselá, cazi notalar yahut yeni-izlenimci resimler henüz atılım yapmadan önce, "zamanın ruhu" bunların ipuçlarını zaten vermiştir.
Ancak burada hemen şunu eklememiz gerekiyor.
***
BUGÜN bütün bunları saptarken, defteri kapanmış bir tarihi okumak lüksüne sahibiz.
Mümkündür ki, eğer o devirlerde o süreçleri yaşıyor olsaydık, hüküm sürmeye başlamış bir "zamanın ruhu"nu henüz anlamamış ve henüz kavramamış olabilirdik.
Eski alışkanlıklarımızdan; geçmiş değerlerimizden; köhne önyargılarımızdan ve en önemlisi de, "geç düşen jetonlar"ımızdan dolayı, yukarıdaki tarihi kaçırabilirdik.
Yani, "havayı koklayamadığımız" için, Fransa’nın 16. Louis’si gibi mutlakiyetçi tahta yapışabilir; Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti gibi partizan çekişmelere boğulabilir; ya da Portekiz’in Caetano’su gibi de Afrika sömürgelerine sarılabilirdik.
Birincisinde kelleyi, ikincisinde cumhuriyeti, üçüncüsünde de iktidarı kaybederdik.
Artı, değişik coğrafya ve sosyolojilerde hem "zamanın ruhu" aynı seyri izlemediği, hem de algılama aynı hızla işlemediği için, durumu iş işten geçtikten sonra farkedebilirdik.
Heyhat, nitekim de sayısız defa bu galete düştük ki, artık asla düşmeyelim!
***
DÜŞMEYELİM, çünkü zaten hanidir demokrasi ve sivillik ekseninde akan iç ve dış konjonktürler sayesinde, şu an Türkiye’de sezinlenen "zamanın ruhu" müthiş umit vericidir.
Kürt sorununa çözüm başta, ülkemizde esen rüzgárlar bahar kokuları müjdelemektedir.
Bunu da ancak burun deliklerinde kasten tıkaç koyanlar hissetmemektedir.
Dolayısıyla da, bir 16. Louis, bir Weimar Cumhuriyeti, bir Caetano Portekiz’i gibi; bin defa daha önemlisi, "Duvar"ın yıkılışından sonra aynı "zamanın ruhu"nu ıskalayan aynı Türkiye gibi, "esas gidişat"ı yine reddetmek ve yine kaçırmak lüksümüz yoktur.
Zira biline ki, sonsuz bir kaos olan tarih akarken, hep belirli bir süre ortalıkta gözüken her "zamanın ruhu" anında yakalanmazsa, o tarihe artık "hortlak ruhu" damga vuruyor.