TELEFONDAKİ kızım haniyse hüngür hüngür ağlıyordu. Duyunca, önce içim gitti.
Yirmi senelik ve en iyi arkadaşıyla bozuşmuş. Bir daha da görüşmemeye karar vermiş.
Nedenine gelince, öbür kız muazzam bir "komplo teorisyeni" kesilmiş.
Son ekonomik kriz dahil dünyadaki tüm gelişmeleri sabık hanedan ve soylulardan oluşan uluslararası bir gizli örgütle, bilûmum Yahudi cemaatlerinin yönelttiğine inanıyormuş.
Meğer mavi kanlı birinciler, iktidarları terketmiş olmanın intikamını alıyorlarmış.
İkinciler ise İbramoğulları hakimiyetini kurmak için böyle bir kumpas peşindeymişler.
Ve, arkadaşı kerimemi de bu zırvalara ikna etmek için elinden geleni ardına koymamış.
Fakat tabii babası gibi mantıki aklın dışına taşmayı reddeden kızım, ilkokuldan beri süren derin dostluğa rağmen, böylesine hezeyanlar karşısında ipleri kopartmak kararı almış.
***
EVET,önce içim gitmişti ama sonra teselli bile etmedim. "İyi yapmışsın" dedim.
Háttá, "yolladığın postaya bir de koccaman bir ’s-a-l-a-k’ yazsaydın" diye ekledim.
Fakat, şaşırdım. Şaşırdım, çünkü o Belçikalı kızı ben de yakından tanıyordum.
Çocukken gayet aklı başında birisiydi. Liseyi de iftiharla bitirmişti.
Üstelik, babası avukat ve politikacı; annesi ise doktor, hali vakti yerinde bir familyaya mensup olmanın ötesinde, kültür bab’ında da kalburüstü sayılabilecek bir aileden geliyordu.
Ve şu işe bakın ki, yaş otuza geldikten sonra, sen AB başkentinde "komplo teorileri"yle yaşayacaksın ve dünyanın görünmez eller tarafından yönetildiğine iman edeceksin.
***
ÖTE yandan, meçhul meşhurlara dahil olan kıtıpiyoz yazarın adını unuttum ama, Fransa’da verilen "İnterallile" edebiyat ödülünü "İlk İlke, İkinci İlke" adlı roman kazanmış.
Yeni zengin müsrifliğiyle harcayacak vaktim yok, kitabı değil gazete haberini okudum.
Bütün kurgu Prenses Diana’nın trafik kazasındaki ölümü üzerine kuruluymuş.
Ve de tabii ki, açıkça değilse bile tereddüte mahal bırakmayacak çağrışımlarla, İngiliz asilin aslında bir cinayete kurban gittiği izlenimi yaratılıyormuş.
Buyrun bakalım! Kaza ertesi bini bir paradan işportaya düşen ve en ufak bir şekilde doğrulanmayan "komplo teorisi" bu defa da karşınıza "edebiyat" (!) olarak çıkıyor.
Üstelik, altıgen ülkedeki ciddi ödüllerden birisini kazanabiliyor.
Yayınevi ellerini oğuşturuyordur, çünkü kalıbımı basarım ki roman "yok" satacak.
***
EVET evet, şu melûn ve meşûm "postmodern zamanlar"ın en büyük illetini; en habis urunu; en cerahatli yarasını "komplo teorileri"ne duyulan inanç oluşturuyor.
Korku ve cehalet, mantık ötesini de "mantıkileştiren" (!) bir zihin şeması üretiyor.
Hayatı daima "gizli eller"in yönettiği, tartışmasız bir "a priori" olarak kabul görüyor.
Ve yukarıda kasten örneklediğim gibi, bu çağdaş veba sırf Türkiye’de kol gezmiyor.
İşte, Avrupa başkentinde yaşayan ve de kalburüstü familyadan inen o avanak kız ciddi ciddi, dünyayı sabık soyluların ve Yahudi önderlerin idare ettiğine inanmıyor mu?
İşte, Prenses Diana’nın suikastte katledildiğini çağrıştıran uyduruk roman Fransa’da büyük ödül kazanıyor ve de kitapçılarda "top" listeye çıkıyor mu?
O halde, "bölünmek" dehşeti soluyan bizim ülkemizde de "Sevr paranoyası"nın hüküm sürmesini; 11 Eylül’ü bizzat ABD’nin düzenlediğine inanılmasını; veya son "parlak zeká" (!) nûmunesi, Somali açıklarındaki korsanlığı, bölgeyi zaptetmek için yine aynı ABD’nin tezgahladığına dair yeni komplo teorisi yumurtlanmasını, "normal" karşılamak gerekiyor.
Burada "normal" olmayan tek bir şey var ki, zaten hepsini birden kapsıyor.
Onu da, tüm dünya sathında aklını peynir ekmekle yiyen ve tüm insanlık áleminde mantığını iblise satan şu melûn, şu meşûm ve şu lánet "postmodern zamanlar" oluşturuyor.