GAZETELERİN utana sıkıla ve ıkına sıkına sorduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin otuz milyon dolarlık bir cumhurbaşkanlığı yatı olsun mu?
Evet, olsun! Tabii ki olsun! Mutlaka olsun!
Otuz milyon doların láfı mı edilirmiş, üç yüz milyon dolarlığı da olsun!
Ve de helál-i hak olsun ama, bitmedi.
***
BİTMEDİ, zira cumhurbaşkanlığı yatından bile önce, biz diğer bir tekneye mecburuz.
Bununla, bahriyelilerimizin dört gözle beklediği dört direkli yelkenliyi kastediyorum.
Antik tanrı Eolos’un üflediği rüzgarla kanatlanacak o görkemli kuğudan söz ediyorum.
Çünkü ilkin, aynı direklerin mizanasına tırmanmaktan ayak tabanları nasır tutmamış ve gabya üzerinde düşerim korkusuyla donuna doldurmamış denizciye, d-e-n-i-z-c-i denmez.
Sonra, "Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor/Barbaros belki donanmayla seferden geliyor" diyen şairinin torunlarını da böylesine enfes bir martıdan aşağısı kurtarmaz.
Neyse, tekrar cumhurbaşkanlığı yatı konusuna gelelim.
***
YAZININ girizgahında bu yatı kesinlikte savundum ya, başıma gelecekleri biliyorum.
Bir lokma, bir hırka ideolojisinin müritleri "bak, ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider şaapmaya" diyeceklerdir. Sonra da, beni "gösteriş budalası" olmakla suçlayacaktır.
Háttá, biraz daha mürekkep yalamış olanları muhtemelen şöyle konuşacaktır
"Efendi, İngiliz Kralı Edward’ın "Britannia", Prusya İmparatoru 2. Wilhem’in de "Büyük Frederik" yatıyla sidik yarışına giriştikleri 19. yüzyıl emperyalist dönemi bitti.
Devletler şimdi Cowles regatında ’kız gibi tekne’ sergileyerek değil, teknoloji sergileyerek hükümranlık sağlıyorlar ama, sen bunları görmeyecek kadar körsün!"
***
HAYIR, değilim! Üstelik, iki argümandaki kısmi haklılığı da tümden reddetmiyorum.
Doğru, eli kulağındadır ve yakında oraya da varacağız ama, ülke olarak henüz fazla lükse garkolacak düzeye erişmiş sayılmayız. Bunun için biraz daha yol katetmemiz gerekiyor.
Tamam da, ee sonra! N’apalım yani? Ahmet Necdet Sezer gibi "asla" mı diyelim?
Ne hacet, refah düzeyinde tüketim toplumlarını yakalamadık diye cumhurbaşkanlarına sandal mı kiralayalım? Álá, "kayıkçının küreği, pırpır eder yüreği" diye de tempo tutarlar.
Yahut da, yabancı konukları Boğazda gezdirmeleri için bir taka azmanı tahsis edelim.
Hayır hayır, "istemezükçüler"in demagojiye dönüştürdüğü argümanlar esas itibariyle geçersizdir ve her halükarda da, bütün bunlara benim karnım toktur.
***
EVET toktur, zira rahmetli Özal ilk devlet uçağını aldığında da aynı patırtı kopmuştu.
Şimdi "yata hayır" diyen ve "ulusalcı Ergenekoncu" kanatla bütünleşen malûm zevát o vakit de "milletin parası heba ediliyor" diye etrafı vaveylaya vermişti.
Oysa, bugünkü Türkiye’de esnaftan biraz büyük tüccarlar bile özel uçak kullanıyor.
Ülkemiz sonsuz önemli mesafeler katetti. Deyimin tam anlamıyla sınıf atladık.
Dolayısıyla, her şeye rağmen resmi tekne hálá bir ulusal prestij simgesi oluşturduğuna; artı, yabancı "görmemişin oğulları"nıtavlamakta diplomatik olta yerine geçtiğine; daha artı, Allah’a şükür artık on sente de muhtaciyetimiz kalmadığına göre, o Türkiye değil 30 milyon, 300 milyon dolarlık yatı dahi cumhurbaşkanlığı makamına tahsis etmekle yükümlüdür.
Fakat dediğim gibi, bana göre, buradaki tek yanlış "öncelik sırasında"dır.
Çünkü, "belki donanmayla seferden gelen Barbaros"un torunları hanidir ve hanidir, Eolos tanrının nefesiyle uçacak olan o dört direkli kuğuyu dört gözle beklemektedir.
Ve vira bismillah, işte alestadayız ve artık orsa değil pupa yelken seyretmek istiyoruz!