"BENİM Almanlığımı kimse elimden alamaz! Almanlar bile!
Zaten Siyonizmin ırkçılığını da Nazizmin ırkçılığıyla aynı kefeye koyuyorum."
***
1939 tarihli bu paragrafı, Dresden Üniversitesi’nde Yahudi kökenli bir profesör olan Victor Klemperer’in bütün 2. Savaş boyunca tutmuş olduğu devása "jurnal"dan aktardım.
Protestanlığa geçmiş ve "ári" ırktan bir kadınla evlenmiş olano Klemperer ki, ayrıca, 1. Harp siperlerinde gösterdiği kahramanlıktan dolayı "demir salip" madalyasına sahiptir.
Ne var ki, Musevi asıllı olduğu için daha 1934’te kürsüsünden ve evinden kovulur.
1941’den itibaren de, Davudi yıldız takılarak fabrika işçiliğine gönderilir.
Tam ölüm kampına yollanması talimatının geldiği 13 Şubat 1945’te ise, aynı gece gerçekleşen Dresden bombardımanının yarattığı kaos sayesinde, "gaiplere karışır".
Fakat tüm bu dışlamaya rağmen, Klemperer’in "Almanlık aidiyeti" değişmemiştir.
Saklandığı Bavyera köyünden "jurnal"e bu defa da, "Hayır,Cermenliğinden asla taviz vermeyeceğim.Siyonistlerden nefret eden fikirlerim de değişmedi. Ama yine de, olan bitenlerden sonra belki onları biraz daha müsamahayla anlamam gerekecek" diyerek devam eder.
***
YUKARIDAKİ satırlarda, ruhi, beşeri ve siyasi açılardan zaten muazzam çetrefil bir olgu olan Yahudiliğin hem bütün tragedyası, hem de bütün hümanizması yatıyor.
Hep kendi Yahudiliğine atıfta bulunmuş bir Sigmund Freud’ün psikanaliz masasında Musa’nın Musevi olmadığını ispatlaması gibi, aidiyet sorununu burada da zirveye çıkartıyor.
Kabul, o aidiyet sorunu tabii ki her zaman ve her yerde sancılıdır. Fakat, dini ve tarihi geçmişten dolayı İbramoğullarında varolan veya dayatılan sancı hepsinden de daha ağırdır.
Şöyle ki, yukarıdaki Victor Klemperer gibi, bırakın kendinizi Musevi hissetmeyi, yaşadığınız toplumla tamamen özdeşleşmiş bir Cermen, bir Fransız veya bir Türk olabilirsiniz.
En kabadayısı, Museviliği bir alt kültür gelenek ve zenginliği olarak sürdürebilirsiniz.
Ancak, o Cermen, o Fransız, o Türk sizi hálá "öteki" addettiği; yahut, "ulusalcı" ırkçılar "Sabetayist" keşfettiği müddetçe, siz size rağmen Yahudilikten "kurtulamazsınız".
"Kurtulamazsınız" kelimesini kasten vurguladım, zira bu fiil klasik "antisemitizm"deki tüm önyargıları içerdiği gibi, açıkça telaffuz edilmese bile bir de, İsrail’in 1948’indeki kuruluşundan beri, Siyonist devlet hesabına çalışan dahili bir "5. kol" çağrışımını yansıtıyor.
***
BURADA ilkin şunu söyleyeyim ki,dev fırsatları heba ettiklerini bile bile yine de on altı yaşından beri mağdur ve mazlum Filistin halkının yanında saf tutan; ama en sert biçimde eleştirdiği İsrail’in devlet varlığını da kesinkes sahiplenen bu satırlar yazarı, asla onaylamasa bile, diaspora Yahudilerinin Siyonist ülkeye "müsamahalı" bakmasını anlamaktadır.
Çünkü arada, milyonlarca insanın katledildiği bir "Shoah" soykırımı vardır!
Başka bir deyişle, böylesine korkunç bir travma geçirmiş ve de üstelik, buna rağmen bile kendi ülkelerinde bugün dahi "Yahudiler giremez, köpekler girebilir" diye aşağılanan bir kavmin, "yine başımız sıkışır ve bıçak kemiğe dayanırsa kaçabileceğimiz tek yer" içgüdüsüyle İsrail’e hoşgörüyle yaklaşması, insani açıdan açıklanabilecek bir zaaftır.
Zaten aslında, Bulgaristan, Yunanistan veya Kerkük Türklerinin Türkiye’ye yaklaşımı da çok farklı değildir. Onlar ne kadar "5. kol"sa (!), Museviler de o kadardır. Yani değildir!
O halde, tıpkı Yahudi kimliğine rağmen nefret ettiği Siyonistleri Nazilerle eş tutan yukarıdaki Klemperer’in aynı "Shoah" ertesinde, "olan bitenden sonra belki onları biraz daha anlayışla karşılamam gerecek" diye göreceleştirmek ihtiyacını hissetmesi gibi, dünya Museviliğindeki İsrail duyarlılığını da bu çerçevede değerlendirmek en mantıki yaklaşımdır.
"Öteki" duvarını yıkmak için en önce, o "öteki"nin empatisinde düşünmek gereklidir.