İKTİDARI ve muhalefetiyle, kimse bir bardak suda fırtına kopartmasın!
Yani demek istiyorum ki, ABD’deki "Hudson Enstitüsü" tarafından düzenlenen ve büyük vaveyláya yol açan şu "beyin egzersizi"nde yadırganacak hiçbir şey yok ve olamaz.
Öngördüğü "feláket senaryosu" açısından da, katılımcıların kimliği açısından da yok.
Başka bir deyişle, genel Kürt - Irak sorunundan yola çıkan ve "suikast - misilleme" eksenindeki muhtemel gelişmeleri ele alan toplantının ne "çalışma hipotezi"; ne de Türk subaylarının oradaki varlığı eleştiri konusu yapılabilir
Aksine, sırf bu senaryodan ve bu mevcudiyetten hareket ederek TSK’yı eleştirmek, kendimizi ağacın tekilliğine sınırlayarak ormanın bütününü ıskalamak anlamına gelir.
* * *
ÖYLE, zira zaten adı üzerinde "beyin kurumu"; háttá daha argotik ama daha doğru Türkçeyle "kafa çalıştır" kuruluşu, "Hudson Enstitüsü" türü çatılar bunun için vardır.
Onların misyonu, "en tahayyül edilemeyecek" gelişmeleri dahi tahayyül etmektir.
Ve de tabii ki, ABD gibi haniyse orduyu bile "özelleştiren" bir ülkede böylesine "think tank" yapılanmalarının "ekmek kapısı"na dönüşmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Üstelik, kriz dönemi diplomasiyle her zamankinden daha fazla eşgüdümlü çalışacak silahlı kuvvetlerin, alternatif senaryoların üretiminde de yer alması mutlak bir zorunluluktur.
* * *
ZATEN, tá Napolyon döneminden bu yana modern askerlik sanatını belirleyen en temel öğelerden birisini, feláketihtimallerine karşı tedbir geliştirmek oluşturur.
Nitekim, üyesi bulunduğumuz NATO da ezelden beri her yıl, hem diplomatların, hem kurmayların katıldığı kriz yönetimi manevraları ve "savaş oyunları" düzenler.
Üstelik hatırlayalım, tıpkı şimdinin "Hudson vukuatı"nda olduğu gibi geçmişte de, söz konusu egzersizlerden ötürü kendi kendimize kaç "kriz" (!) icát etmemiştik ki?
Neymis, SHAPE komutanlığı Sovyet ordularının bir çırpıda Muş’a yürüdüğü yahut Kavaklar’dan Boğaz’a çıktığı senaryosunu hazırlayarak, karşı önlem hesaplamışmış.
İşte kızılca kıyamet koptu!
* * *
EVET, ez kázá senaryo dışarı sızdı mıydı, derhal ayranı kabaran bizim siyaset ricáli ve şoven medya, "NATO Türkiye’yi gözden çıkartıyor" diye yaygarayı basardı.
Vay efendim vay, sen nasıl olur da Türk toprağının işgalini düşünebilirmişsin?
Oysa, dur ağam, dur paşam, o senaryolar aynı Sovyet ordularının bir çırpıda Ren boyuna ulaştığı veya Trieste sularına indiği varsayımlarını da kapsıyor.
Fakat Bonn ve Roma hiç gocunmuyor. Aksine, "en kötü"ye göre direnişi hesaplıyor.
Allah göstermesin ama, sen de kendi "en kötü"nün bütün bir İttifak tarafından ele alınıyor olmasına sevin ki, ortaklarında birlikte vuracağın karşı şamar "en iyi" yere inebilsin.
* * *
ÖTE yandan, tabii ki yine Allah göstermesin ama Washington’da konuşulan senaryo bugünün şartlarında hiç de hayali sayılmaz. İtiraf etmek istemesek de, bunun farkındayız.
O halde, böylesine hayati konuların tartışıldığı bir oturuma "cihet-i askeriye" temsilcilerinin de katılması ve fikir bildirmesi kadar doğal; háttá ötesi, elzem bir şey olamaz.
Esas bunun tersi abesle iştigal ve "kafa çalıştır" kurumu da kafasızlık etmiş olurdu.
Dolayısıyla, şimdiki tepki ne senaryodan, ne de askeri mevcudiyetten kaynaklanıyor.
Zaten haberi "patlatmış" olan Yasemin Çongar’ın enfes saptamasıyla, "memleketin ahval"inden kaynaklanıyor.
Yarın tekrar "kafayı çalıştırıp", en başta dediğim gibi, Washington gelişmeleri paralelinde ormanı gizleyen ağaç konusuna "kafa yoracağım".