Voltala yavrum voltala !

Malumunuz, ‘volta’ kelimesi Türkçe argonun, bilhassa da mahpushane argosunun vazgeçilmez bir kelimesidir.

Peki ama nasıl oldu tá Kıta’nın öteki ucundaki Portekiz’den gelme bir sözcük Türkçe’nin en demirbaş argolarından birisine dönüşebildi? Bunu yapan İbramoğulları mı yoksa Lüsitanya kalyonlarına esir düşmüş bir leventimiz mi?

İSTER Afrika sahilini yalayarak güneye inin, ister Atlantik cihetine dönerek kuzeye çıkın, Azor Takımadaları hizasına geldiniz miydi, bıçakla kesilmişçesine, rüzgárlar duruverir.

Teknedeki bütün yelkenleri bassanız da, alçak basınç ve Ekvator etkisi derken, ölü dalgalı ve boğucu denizde, bundan böyle, pruva suyu ancak milim milim yaracaktır.

Pattadak güverteye düşüveren uçan balıkları toplayıp galeta ununa buladıktan sonra tavaya atın ve de elinizi göğe kaldı0rıp, ‘Allah’ım, bir nebzecik yel ihsa eyle’ diye dua edin.

Belki eser, belki esmez ama her halükárda işte o ebedi ve ezeli ‘tropikler durağanlığına’ takılmışsınızdır ki, ne zaman oradan çıkabileceğinizi yine bir tek Allah bilir.

*

TABİİ, yukarıdaki meteorolojik olgu bugün ancak yıldızlı yat kupaları peşinde koşan yelkenciler için bir sorun oluşturuyor. Ama, geçmişte öyle miydi?

Düşünün ki, tüm Avrupa ya Ümit Burnu’nu dönerek Hint, Çin, Maçin sömürgelerine; ya da yine Azor Adaları rotasını yalayarak Güney Amerika kolonilerine gidip gelmektedir.

Dolayısıyla da, o ‘tropikler durağanlığı’nda teknelerin kaybettiği her gün, ‘Şarki Hintler Felemenk Kumpanyası’ veya ‘Umumi Cenup Denizleri Kumpanyası’ türü firmaları ekü ekü zarara soktuğundan, armatörler için gerçek bir kábus oluştururdu. Fakat, gel zaman, git zaman, haniyse analarının karnından miço olarak doğan Portekizliler işin kolayını buldular.

*

YANILMIYORSAM 16. yüzyıl başlarında, okyanus akıntılarını ve Alize rüzgarlarını mevsimlere göre hesaplayan bir formül geliştirerek, normal rotayı fersah olarak uzatmasına rağmen, zamanı son derece kısaltan yeni bir yol keşfettiler.

Başkaları bunu öğrenip Macellan çocuğu tayfaları ekmeğinden etmesin diye uzun süre bir sır gibi sakladıkları ‘gizli rota’yı da ‘volta’ kod adıyla vaftiz ettiler.

Çünkü ‘volta’ sözcüğü Portekizce‘de ‘tur’, ‘dolanma’, ‘dönme’ anlamına geliyor.

Nitekim, zahir ondan olsa gerek, eski haritalarda da Afrika’nın batı kıyısında bulunan bazı mıntıkalar ‘Aşağı Volta’, ‘Orta Volta’, ‘Yukarı Volta’ diye zikredilirlerdi.

Neyse, aşağısını, yukarısını boş verin,, ben bizim ‘volta’ya gelmek istiyorum.

*

EFENDİM malûmunuz, ‘volta’ kelimesi Türkçe argonun, bilhassa da mahpushane argosunun vazgeçilmez bir kelimesidir.

Gardiyan başefendi yalancıktan bir ‘hadi, Allah kurtarsın’ deyip demir kapının süngüsünü arkanızdan çekti miydi, aklınızı hemen iki şey meşgûl eder.

Bir; koğuşta döşeği sereceğiniz yerin milletin kenef yolu üzerinde olmaması ve esen cereyanlara mümkün mertebe kapalı bir mıntıkada bulunması...

İki; ‘volta’ ne zaman?

Havalandırma vakti gelip avluya çıkartıldığında, elde tespih, dudakta cigara ilk ‘voltayı atarken’ önce senin gibi ‘kader kurbanları’na (!) temennah çakacaksın, ardından da buranın iti kopuğu; ayısı dayısı; ağası gediklisi kimmiş, hemen onları tanıyacaksın.

‘Akşam erken iner mahpushaneye’ dizesini hatırlayıp efkárlanacağın ve durmadan döndüğün duvarın tuğla kırığında zula keşfetmeye çalışacağın ‘volta’lara daha vakit var.

Hattá şimdi, ‘voltala yavrum voltala / on yıl kaldı bayrama’ diye şarkı bile uydurabilirsin.

*

PEKİ ama, nasıl oldu tá Kıta’nın öteki ucundaki Portekiz’den gelme bir sözcük Türkçe’nin en demirbaş argolarından birisine dönüşebildi?

Ne zaman dilimize yerleştiği hakkında hiçbir fikrim yok.

Ama, Wilhem bıyık Enver ve İttihatçı çetesi Refik Halit’i Sinop sürgününe gönderdiğinde Erenköylü büyük edip kelimeyi daha o zaman kullandığına göre, demek ki en azından bir yüz yıl garanti sayılır.

Sonra, kimler aracılığıyla bize geldi?

*

EVET, acaba aralarında Lüsitanya tebalıların da bulunduğu İberya Yahudileri yeni anavatanı oluşturan İmparatorluğumuza göç ettiklerinde, kelimeyi dağarcıklarında mı taşıdılar?

Portekizce’nin ‘volta’sı da, tıpkı İspanyolca’nın ‘bono’su veya ‘papel’i gibi, İbramoğulları soyundan yurttaşlarımız aracılığıyla mı lisanımızda yerleşiklik kazandı?

Fakat belki hiç alákası yok!

Faraziye uyduruyorum ya, neden ‘Bahriye-i Osmaniye’ mensubu bir leventimiz Hint Körfezi’nde Lüsitanya kalyonlarıyla cebelleşirken esir düşmüş, sonra da, Ümit Burnu ve Azor Adaları’nın o ‘volta’ rotasıyla Lizbon’a dönerken kürek mahkûmiyetinde öğrendiği Portekizce’nin sözcüğünü Dersaadet’e taşımamış olsun!

İşte yıllar sonra Sarayburnu’na kavuştuğunda da, yokluğunda, karısının kendisini mahalle tulumbacısıyla boynuzlamış olduğunu öğrenip, ilk iş ‘namusunu temizlemiştir’!

Tıkıldığı zindan damındaki aşağı yukarı dolanmasını eski günlerden yadiğár bir ‘volta’ deyimiyle tanımlamıştır..

İşte, ağızdan ağıza, kulaktan kulağa, koğuştan koğuşa, belki biz ta o zamandan beri elde tespih ve dudakta cigara ‘volta atmaktayız’.

*

HANGİSİ olursa olsun, benim esas söylemek istediğim şu:

Kökeni ve mazisi hiç fark etmez, argosunda; üstelik de mahpushane argosunda uzak bir Portekiz’in ‘volta’ kelimesini barındıran; ayrıca, çok daha uzak bir okyanus takımadaları rotasını çağrıştıran bir Türkçe’nin Türkiye’si, inkár eden çarpılır, tabii ki Avrupalıdır!

Hadi işte bir haftacık bile kalmadı, elimizde tespih, dudağımızda cigara ve yüreğimizde heyecan az biraz daha ‘volta atalım’, gelecek pazar bunun ispatını görmüş olmanın mutluluğuyla artık ‘volta’ falan değil, donanma fişeği atacağız.
Yazarın Tüm Yazıları