Hadi Uluengin: Üyelik ne zaman ?

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

‘Bugün mü desem, yarın mı desem ?.. Salıya mı müjde versem, perşembeye mi söylesem ?.. At bir teklik avucuma da efendi kızanım, nasibini okuyuvereyim’.

Eğer Trakya kökenli Sulukule Çiganı olsaydım, Türkiye'nin AB'ye muhtemel üyelik tarihi konusunda aynen böyle fal bakardım !

Şaka bir yana, Helsinki kararından hemen sonra bizim cihette 2004 yılı tahmininin ortalıkta dolaşmaya başladığını görünce, vallahi nutkum tutuldu.

Ya ben şu Avrupa Birliği denilen dalgametreyi zerre kadar bilmiyorum, ya da böyle bir rakamı telaffuz edenler başka bir gezegende yaşıyorlar...

Fakat ben bildiğim iddiasında ısrarcıyım ve Fin başkentindeki hayati gelişmeyi irdelemeye başlarken, bugün işin Ankara boyutuna hiç değinmeden, makrodan mikroya ve genelden özele inerek, Brüksel'in tüm aday ülkelere ilişkin ‘stratejik genişleme sorunları’ üzerinde duracağım.

* * *

BİLİYOR MUSUNUZ ki, Estonya; artı Macaristan; artı Polonya; artı Çekya; artı Slovenya; artı Kıbrıs; artı Bulgaristan; artı Letonya; artı Litvanya; artı Malta; artı Romanya; artı Slovakya ve artı Türkiye, on üç ‘üye adayı’nın 170 milyonluk nüfusu hal-i hazırdaki on beş AB ülkesinin yarısına yaklaşıyor ama, bunların tümünün birden ürettiği brüt gayri safi gelir aynı AB genelinde elde edilen girdinin yüzde yedisini aşmıyor !

Ve, söz konusu oran yalnız Hollanda'nın GSMH'sı kadar etmektedir !

Başka bir deyişle, 170 milyon kişinin yarattığı toplam zenginlik 15 milyon Felemenklininkine eşittir. Kuşkusuz, GSMH kişi başına çevrildiğinde uçurumun derinliği kısmen azalacaktır ama bu hesap da yukarıdaki vakıayı değiştirmez.

Dolayısıyla, geçtim siyasi ve toplumsal karmaşayı, Topluluk genişlemesi salt iktisadi açıdan dahi örneği görülmemiş dev bir meydan okuma oluşturuyor.

Tüm iradeciliğe rağmen de bu teorik çaba öyle kolay pratiğe uygulanamaz...

Zaten, ‘en baba’ devlet yöneticileri dahil hiç kimse kesin üyelik vaktini bilmiyor. Tersini iddia eden yalan söylüyor. Unutmayalım, ‘iyimser tahminler’ 2004 yılı için yalnız Budapeşte'yi gösteriyor. Polonya, Çekya, Estonya, Malta, Letonya ve Kıbrıs'ın adı 2006; Slovenya, Litvanya ve Slovakya'nın 2009; Bulgaristan'ın 2011; Romanya ve Türkiye'nin ise 2013 için geçiyor.

Üstelik, ‘ev sahibi ülkelerin’ şu an üzerinde belki tek uzlaşmaya vardığı nokta, yeni üyelerin ‘euro’yu da kapsayacak biçimde, ‘çıtayı yukarıdan aşarak’ AB'ye girmesi şartı... Yani, ilk genişlemelerin ‘iltimas devri’ artık bitti.

Öte yandan, aynı ‘ev sahibi üyeler’ yapısal reformlardan söz etseler bile yirmili veya otuzlu bir Ortak Pazar'ın nasıl işleyeceğini de bilmiyorlar.

Bu reformları hazırlayan ‘Hükümetlerarası Konferans’ başkentler arasındaki çelişkiden dolayı işin derinine inemiyor ve esas yaraya neşteri vuramıyor.

Oysa, mevcut mekanizmalar değiştirilmediği takdirde AB ya hantallaşarak ivme yitirecek; ya da, ‘çekirdek’ten ‘hare’ye uzanan çok halkalı bir mübadele birliğine dönüşecek. Her iki durumda da onun ‘ütopya’ boyutu törpülenecek.

Dolayısıyla, Türkiye'nin sütten çıkmış ak kaşık olduğunu farzetsek bile, bütün bunları görmeden ve genişlemenin ancak bizzat bugünkü Topluluk devletlerinin sorunları çözümlemesi ertesinde gerçekleşebileceğini saptamadan, ülkemizin üyeliği için 2004 yılı gibi inanılmaz bir tahmin yapmak aymazlıktır.

‘Bugün mü desem, yarın mı desem’ falcılığından başka bir şey değildir ki, aidiyetini talep ettiğimiz Batı'nın rasyonalitesinde falcılığa yer yoktur !

* * *

PEKİ, o takdirde Helsinki'de alınan kararın anlamı nedir ?

AB Türkiye'nin ve diğerlerinin ağzına bir parmak bal mı çalmıştır ?

Hayır, Finlandiya'daki sonuç ülkemiz açısından bir ‘aidiyet’ tescilidir, Topluluk açısından da ‘Avrupalılık’ kavramının tanımlanmasında bir aşamadır.

Yarın bu konular üzerinde duracağım...

Yazarın Tüm Yazıları