Sorarım size, zaptiyeden kaçmak için jilet kullanmak zorunda kaldığı o çok kısa dönem hariç, Vladimir İliç Ulyanov’u, yani námı diğer Lenin’i, keçi sakalı olmadan gösteren bir fotoğraf, bir portre, bir heykel gördünüz mü?
Sakallarımın çıkmasıyla "cinnet yılları"na geçişim, paralel bir seyir izledi.
Yani, geçen pazar anlattığım gibi, ne vakit ki buluğ çağı bitimi ve ergenlik çağı başlangıcında hafiften hafife tıraş olmaya başladım, tamamen aynı süreçte ve yine hafiften hafife, tarihin en büyük yalanını oluşturmuş komünizme inanmaya başladım.
Tabii buradan itibaren de şöyle bir soru sormak meşruluk kazanıyor: Yüz kıllanmasıyla yüzsüz yalana kanmak arasında bir ilişki var mıydı?
Evet evet, ilk bakışta "kel aláka" gibi gözükse dahi, yukarıdaki soru aslında gayet haklı, gayet makûl ve dediğim gibi, gayet meşru bir temele oturuyor.
Öyle, çünkü sorarım size, söz konusu komünizmin "esas babaları" addedilen Karl Marx ve Friedrich Engels birer sakal abidesi değil miydi?
Artı, bazen takışmış, bazen atışmış olsalar bile, Proudhon’undan Bakunin’ine veya Kautsky’sinden Plehanov’una, yine "ilk" kategorisine giren zat-ı muhteremlerin her biri, şöyle veya böyle, ustura görmemiş çehre teşhir etmez miydi?
Ve, ya biraz sonrakiler?
SAKALSIZ LENİN OLUR MU
Tabii ki sonrakiler, zira yine sorarım size, zaptiyeden kaçmak için jilet kullanmak zorunda kaldığı o çok kısa dönem hariç, Vladimir İliç Ulyanov’u, yani námı diğer Lenin’i, keçi sakalı olmadan gösteren bir fotoğraf, bir portre, bir heykel gördünüz mü?
Vallahi, o "cinnet yılları"nda hemen bütün resimlerini incelemiş olmama rağmen, ben görmedim.
Allah rahmet eylesin; pardon pardon, "big bang" yani patlama eylesin demek istemiştim; ölüm döşeğinde çekilmiş nihai fotoğraflarında bile, zevcesi Krupskaya’nın değilse bile, Bolşevik elebaşıya hizmet eden "uşak yoldaş"ın, usturayı Tatar çizgili surat üzerinde itinayla gezdirirken, bıyık ve çenedeki kıllara dokunmadığına şahit olursunuz.
Sonracığıma, Kronstadt işçilerini topa tutarak katleden Levon Troçki’den, gülleden tasarruf olsun diye "karşı devrimciler"i (!) kurşuna dizerek "haklayan" Feliks Cerjinski’ye hemen bütün Bolşevik liderler "efendiler"i Lenin’i taklit ederek keçi sakal bırakmıştır.
Bunun belki tek istisnasını pos bıyıklarını Nazım Hikmet’in çorbasına daldıran Jozef Stalin oluşturur.
Neyse, "ilk babalar"ın göbek sakalıyla kıyaslandığında, Bolşeviklerin hiç olmazsa yanak üzerinde jilet gezdiriyor olmasını bile bir "ilerleme" olarak kaydetmek gerekir. Biliyorumbiliyorum, şimdi, "Canım ne ilgisi var! O zamanın modası öyleymiş de, adamlar onun için sakal bırakmıştır. Sen tarihin en büyük yalanına inanarak geçmişte zokayı yutmuş olmanın hıncıyla, şimdi bilinçaltı bir intikamcılık güdüyor ve kılla ’kıllık’ arasında ilişki kurmaya çalışıyorsun" diyeceksiniz.
Háşá! Kusura bakmayın, bu tür "tahlilleri" çok işittim ve de her defasında, uydurmasyon "psikanalistler"e (!) ağızlarının payını veriverdim. Kabul, tabii ki itiraz etmiyorum, Marx’ın da, Lenin’in de döneminde şu veya bu türden sakal bırakmak, muhtemelen bugünkünden daha fazla revaçtaydı.
Bunu reddetmiyorum ve gerçekçi bir argüman kabul ediyorum.
KÜBA’DA DA SAKAL SEVDASI
Tamam da, insaf yahu, hiç mi "sinek kaydı yanak" yoktu?
Oysa ben size burada, her biri ayrı şöhret ve tabii ki aynı dönemlerin insanı, ama yüzü tıraşlı en az bin kişi sayabilirim.
Üstelik, "oranlamaya" vurduğunuzda, nasıl oluyor da "komünist zevát"ın sakallılık ortalaması, sıradan ahaliyle asla karşılaştırılmayacak oranda zirveye çıkıyor?
Kaldı ki, örneğin, sarı ırkın aslında köseye yakın ölçüde tüysüz olmasına ve Konfüçyüsçü sakalın da ancak belirli bir yaştan sonra bilgelik simgesi addedilmesine rağmen, Çu En Lay’ından Deng Siao Ping’ine, henüz pek toy Çinli komünistler Avrupa’da öğrenime gittiklerinde ilk iş, o çıkmayan tüylerini uzatmaya kalkışıyor?
Veya, zaten adı üzerinde "barbudos", Castro’sundan Guevera’sına, bilûmum Küba komünistinin sakal sevdası da "o zamanın modası"ndan mı kaynaklanmış oluyor?
Tekrar insaf, 1950’lerin ikinci yarısında çekilmiş ve Latin Amerika’daki "ortalama ahali"yi gösteren gündelik fotoğraflara şöyle bir bakın bakalım!
Ne görüyorsunuz? Erkeklerin suratında şeker kamışı gibi bitmiş sakalları mı? Asla!
O Castro’nun Havana’sında, köylünün o şekerkamışı tarlasında çalıştıktan sonra ve rumba dans etmeye gitmeden önce; o Guevera’nın Buenos Aires’inde de işçinin et konservesi paketledikten sonra ve tango raks etmeye gitmeden önce, mümkünse berber koltuğunda, değilse de kendi kendine sinek kaydı ustura vurmuş olduğu göz çıkartır!
İmdii, demek ki bu takdirde, hafiften tıraş olmaya başlamamla yine hafiften "cinnet yılları"na bulaşmamın ortak seyir izlemesinden yola çıkarak, "sakalla komünizm arasında bir ilişki var mıydı" sorusunu sormam, son derece makûl bir mantık silsilesini yansıtıyor. Ve siz de soruyu hafife almayın, cevabını gelecek pazar arayacağım.