Umut ve AKP

FELÁKET tacirlerinin şu an yaşamakta olduğu ruhi krizi elimle koymuş gibi biliyorum.

Yani eminim ki, kaostan medet umup, "kapatma davası açılır, üstüne ekonomik kriz gelir, Türkiye biraz karışırsa, belki bir umut doğabilir" dedikten sonra, bir de sermayeyi kediye yatırıp, "ee, asker mecbur olacak. Ortalık birbirine girdi mi, adamlar siner" diye "öngörü"de bulunan İlhan Selçuk ve "ulusalcı" müritleri, şimdi hüngür hüngür ağlıyordur.

Ağlıyordurlar, çünkü o "umut" (!) doğmadı. O şafak sökmedi. O arbede patlamadı.

Ne ekonomik kriz geldi, ne Türkiye karıştı, ne asker darbe yaptı, ne de millet "sindi" (!)

Evet, "ulusalcı" feláket tacirleri Kerbelá zinciriyle dövünse yeridir ama, biz seviniyoruz.

* * *

SEVİNİYORUZ, zira her ne kadar Anayasa Mahkemesi ortayolcu davrandıysa da, zaten asla açılmaması gereken kapatma davasında "ret" kararı almakla, demokrasiye sadık kaldı.

Adaletin terazisini celládın baltasına dönüştürmek gibi bir gaflete düşmedi.

Fakat kuşkusuz, aynı karar bir "ihtar" niteliği de taşıdı. "Demokles kılıcı"nı da salladı.

Bu gelişme, ülkedeki en statükocu ve en muhafazakar iki kurumdan birisi olan yargının, "laiklik" kavramını çağdaş anlamıyla yorumlamaya hálá direniyor olmasından kaynaklandı. Ama gelecekte o da değişecektir. Hukuk, toplumun yaşadığı evrime ayak uyduracaktır.

Nasıl ki darbe tehdidi artık tebessüme yol açmaktadır, aynı olgu adalete de yaşanacaktır.

O halde, feláket tacirlerinin "ortalık karışırsa, umut doğar" hezeyanlarını, onların kendi ifadesiyle tarihin çöplüğüne atalım ve karar ertesindeki ilk "atmosferi koklayalım".

* * *

ÖNCE, asla AKP yandaşı olmamasına rağmen, bu satırlar yazarı etik bir ilkesellikten dolayı, 27 Nisan 2007 "web muhtırası"ndan sonra söz konusu partiye "sivri ok" yöneltmedi

Zira, hem sivil demokrasiyi sahiplenen; hem de iktidar partisinin dini hassasiyetten ama laik bir yapı olduğuna inanan bu satırlar yazarı, cumhurbaşkanlığı seçimi, türban sorunu, kapatma davası derken, AKP’nin o sivilliği hazmetmemiş güçler tarafından abluka altına alındığını gördü.

Kabul, hiç şüphesiz ki aynı partinin ciddi gafları da böyle bir kuşatılmaya çanak tuttu.

Ancak, ana nokta daima "demokratizm - anti-demokratizm" çelişkisine odaklandı.

Dolayısıyla da, yukarıdaki "ilkesel" ve "etik" tavır, ikincilerin ekmeğine yağ sürecek ve feláket tacirlerinin bel bağladığı "umut"u (!) güçlendirecek bir tuzağa düşmemeyi zorunlu kıldı.

Özetle, tehlike sürdüğü müddetçe, bu satırlar yazarı eleştirilerini "yiyip, yuttu".

* * *

OYSA şimdi durum değişmiştir. Tabii ki ádil kalmak kaydıyla, eleştirellik açık olacaktır.

Çünkü, Mahkeme kararından sonra genel olarak Türkiye’nin; özel olarak da, o Türkiye’de iktidar partisi olduğu içindir ki, AKP’nin ufku genişledi. Daha doğrusu, genişlemesi gerekiyor.

Zira, darbe ihtimali sıfır olduğuna göre, Kürt sorununda cesur adım atmayan ve tüm demokratik açılımıyla birlikte AB’yi tekrar ana hedef bellemeyen bir AKP, en zehirli okları hak edecektir.

Öte yandan, doğru - yanlış, AYM’nin "ihtar"ı son tahlilde nesnel bir gerçeği yansıtıyor.

Şöyle ki, çoğu defa vesveseden öteye gitmese bile, Türkiye’de, alışılagelmiş laik hayat tarzına ilişkin kaygılar besleyen ve bu konuda çok duyarlı davranan önemli bir kesim yaşıyor.

O halde, AKP’nin "damara basmak"tan sakınmasını ilkin siyaset pratiği gerekli kılıyor.

Sonra da, böyle bir uzlaşmacılık ona, daha geniş kitleleri de cezbetmek fırsatını veriyor.

Evet evet, tabii ki feláket tacirlerinin sandığı cinsten değil ama, Türkiye bugün dünkünden sonsuz defa daha fazla u-m-u-t doludur ve AKP’nin de bunu harcamak hakkı ve lüksü yoktur!
Yazarın Tüm Yazıları