"ULUSALCILIK" denilen korku ve nefret ideolojisi gerçek kimliğini, öz aidiyetini, esas konumunu gizleyebilmek için, istediği kadar kendini "sol" (!) diye tanıtmaya çalışsın!
Ve, "bin kocalı Hürmüz" hafifmeşrepliğini maskeleyebilmek için de, istediği kadar kendini "ilerici" (!) diye vaftiz etmeye yeltensin!
Güneş balçıkla sıvanmaz. Cahiller hariç, kimse böyle bir kuyruklu yalanı sürmez.
* * *
ÖYLE, çünkü yukarıdaki uyduruk terim daha ortalıkta zuhur etmeye başladığı andan itibaren ısrarla ve tekrarla vurguladığım gibi, söz konusu "ulusalcılık" aslında tamamen "aşırı sağ"; tamamen "gerici" ve daha da ötesi, tamamen "faşizan" bir karakter arzediyor.
Tabii, buradaki her üç sıfatı da evrensel anlamlarında kullanıyorum.
Yani, "öteki" korkusunu ve nefretini körüklemek; ırkçılığı ve şovenizmi kışkırtmak; içe kapanmacılığı yüceltmek; liberal ve özgürlükçü değerleri reddetmek; otoritarizmden totalitarizme meyletmek ve militarizmle flört etmek gibi, en temel unsurları kastediyorum.
* * *
EVET, tümbunlar, klasik milliyetçilik de dahil, geleneksel "sağ"ın muhafazakar değerlerini çığrından çıkartarak onları "aşırı"; "gerici" ve "faşizan" kılan unsurlardır.
Dolayısıyla, aslına bakarsanız buradaki "sağ" tanımını dahi izáfileştirmek gerekiyor.
Zira, liberal Locke ve Tocqueville’yi; háttá daha otoriter bir Renan veya Jünger’i bile kapsayan ve modern insanlığın büyük birikleri arasında yer alan o oturaklı ve içerikli "sağ" sıfatına yukarıdaki fasileyi de dahil etmek, tanıma epey haksızlık etmek anlamına geliyor.
Ancak, madem ki siyasetbilim lûgatine atıfta bulunmak zorundayız ve madem ki "ulusalcılar"ın da asla ve asla "sol"la ilişkisi yok ve olamaz, o halde başka çare kalmıyor.
* * *
ÖTE yandan, şahıslarda Mussolini’den Franco’ya; örgütlerde ise Hırvat "ustaşi"den Macar "oklu salip"e olduğu gibi, bizim "ulusalcılık" da tıpkı diğer "uç gericilikler" gibi, muhafazakar "sağ"ın evrimciliğini reddederek, bir anlamda onu "devrimcileştiriyorlar" (!)
Yani, legalle illegal arasında "oynaştıkları" ve birinden diğerine geçmek anını kolladıkları içindir ki de, yine o "sağ"ın "aşırı" kategorisine girmiş oluyorlar.
Zaten de her şey ortada, "ulusalcı" taife tıpkı "ağababaları" gibi, bir ayağıyla kanuniyetin tam sınır noktasına basıyor. Diğer ayağını ise lá-kanuniyet çizgisine atıyor.
Teorik açısan, reziláne ırkçı "Kürt bakkala gitme" sloganını bağırmaktan, daha da reziláne ırkçı "Talát Paşa Komitesi"ni kurmaya; pratik açıdan ise, üç - beş başıbozukla "Ergenekon" çeteciliğine soyunmaktan, emekli paşalarla "darbe günlüğü" tutmaya, punduna getirdiği takdirde, "yasal"dan "yasak"a sıçramakta tereddüte düşmüyor.
Evet evet, "ulusalcı - neo-ittihatçı" kábile, başka bir deyim olmadığı için kullanmak zorunda olduğumuz "sağ"ın en "aşırı", en "gerici" ve en "faşizan" kesimini temsil ediyor.
* * *
FAKAT, bütün doğrularına rağmen yukarıdaki saptamaya yeterlilik arzetmiyor.
"Ulusalcılık"ı evrensel terminolojideki yerine oturtmak ve onun tarihteki benzerlerini vurgulamak, gerçeğin ancak bir bölümünü yansıtıyor. Teorik bir tahlilden öteye gitmiyor.
Zira, bizdeki "ulusalcı - neo-ittihatçı" akım "ulusal" da değil! Asla ve asla değil!
Nasıl ki "sol" olduğunu söylemesine rağmen aslında en aşırı, en gerici ve en faşizan "sağ"ı temsil ediyor; yine aynı şekilde, "milli" (!) ve "yerli" (!) olmak iddiasına rağmen, her şeyiyle, çok boyutlu ve ahtapot kollu bir "uluslararası enternasyonal"in içinde yer alıyor.
Yarın bunu özellikle, "ulusalcılar"ın borazancıbaşılığını yaptığı şu "rusofil" hayranlık ve Putin tapınıcılığı çerçevesinde işleyeceğim.