KAMUOYU taramasına falan gerek yok çünkü durum apaçık ortada ki, hemen tüm dünya halkları gibi Türkiye halkı da Barack Obama’nın başkan seçilmesine umutla bakıyor.
Dönüşüm yaşandığı konusunda ortak kanı hüküm sürüyor. Belirli bir kredi açılıyor.
Fakat, bunun de bir ancağı var!
* * *
O "ancak" da şu ki, bir tek bizim "ulusalcılar" hiç mi hiç hoşnut gözükmüyorlar.
Ya, dobra dobra ve bodoslamadan karşı çıkmayı göze alamadıkları için, "dereyi görmeden paçayı sıvamayalım" gibisinden beylik laflarla kem küm ediyorlar. Geveliyorlar.
Yahut da yaradana sığınıp ve üstelik Demokles kılıcıyla tehdit edip, yeni Başkan’ın Türkiye açısından ne kadar "kötü" bir akibet oluşturacağı konusunda inciler döktürüyorlar.
1915 Ermeni soykırımını tanıyacakmış da; Kıbrıs’ta Rumları destekleyecekmiş de; Irak’ta Kürt devleti kurduracakmış da; Ankara’yı İsrail rotasına sokacakmış da, falan filan?
Tabii bu arada, bütün hinlikleriyle bel altından vurmayı da ihmal etmiyorlar.
Meğer,adaylıktan bile önce ülkemiz özgürlükçülerinin Obama’yı desteklemesi, Soros fonundan beslenen ve dünya sathında tezgáhlanan bir neo-liberal komplonun parçasıymış.
"Satılmış" (!) bizler böylelikle kamuoyu oluşturmuşuz ve ruhi ortam hazırlamışız.
Ne diyeyim, Allah "ulusalcılar"a tez zamanda akıl fikir ihsan eylesin ve de amin!
* * *
ABD dış siyasetinin stratejik boyutuna giren ve seçim vaatleriyle iktidar "realpolitik"leri arasındaki derin farktan bihaber o "ulusalcılar"ın hem cehalet, hem de demagojisinden kaynaklanan, Türkiye’ye ilişkin "feláket senaryoları"na (!) teker teker değinecek değilim.
Değmez! Her konu güncelleştiğinde, bunların ipliğini ayrı ayrı pazara çıkartacağım.
Öte yandan, "ketenpereye gelen" (!) ülkemiz özgürlükçülerinin Obama’yı "çıkar için" desteklediği iftirasını hiç kále almayacağım, yoksa onların seviyesine düşmüş olurum.
Beni esas olarak şu nokta ilgilendiriyor.
* * *
HATIRLAYIN, ondokuz yıl önce bugün "Duvar" yıkılıp komünizm çöktüğünde yine hemen bütün dünya düğün bayram yapıyordu ki, bir tek bizim "statüko zaptiyeleri", "eyvah, stratejik değerimiz azalacak" diye iki gözü iki çeşme ağlaşmaya başladılar.
Ağıtlar düzdüler ve nasıl yeni çıbanbaşı çıkar da eskiye döneriz diye sayfalar yazdılar.
Sonra, 1993 senesi geldi ve Clinton öncülüğünde gerçekleşen Ortadoğu temaslarında İsrail ve Filistin anlaşmaya varır gibi oldular. O zevat tekrar teláşa düştü. Tekrar panikledi.
Yine "değerimiz azalacak" diye sızlanmaya, azarlamaya, homurdanmaya koyuldular.
Söz konusu örnekleri çoğaltabilirim ki hepsi de, şimdi Barack Obama’nın seçilmesi karşısında "ulusalcılar"ın hem yas tutması, hem tehdit etmesi gibi, aynı kapıya çıkacaktır.
Başka bir deyişle, ne zaman ki insanlığın önemli bir bölümünü sevindiren ve ona umut şırıngalayan gelişmeler olmaktadır, bizimkiler bunun tam tersine, matemlere bürünmektedir.
* * *
İTİRAF edelim ki, burada çok derin ve çok vahim bir ruhi sorunla karşı karşıyayız.
Hastamız "emsál" bir klinik vakka oluşturuyor. Derin bilinçaltını belirleyen esas travma da "biz bize benzeriz" ve "Türkün Türkten başka dostu yoktur" arázında yatıyor.
Yani, bir ideoloji olarak "ulusalcılık", bir mekanizma olarak da "statüko zaptiyeliği" tek şansını ancak, "öteki"nin felaketleri karşısında "aradan sıyırtabilmek" fırsatında arıyor.
Artı, küskün olduğu dünyanın gidişatıyla zıtlaştığı içindir ki, hem o "öteki"yle birlikte sevinmek gibi en doğal insani fıtrattan mahrum yaşıyor, hem de sevinenlerden nefret ediyor.
Oysa, geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye, artık Türkiye halkı da büyük çoğunluk olarak, tıpkı diğer dünya halkları gibi, Obama’nın lider seçilmesinden ortak sevinç duyuyor.