Üçüncü iyimser yazı

EKOLOJİST değilim. Hiç de olmadım. Fakat tabii ki çevre sorunlarına duyarlıyım.

Artı, ekolojist hareketlerin varlığını sanayi ve sanayi ötesi toplumların acımasızlığına karşı panzehir addediyorum. Onların mevcudiyetini bir sigorta olarak görmek gerekiyor.

Ancak yine de, militan bir çevreciliği hiçbir zaman benimsemedim.

***

BENİMSEMEDİM, çünkü böylesine bir militanlığın daha ziyade, ununu elemiş ve eleğini asmış refah ülkelerine özgü bir "lüks" (!) olduğunu düşünüyorum.

Hele hele, o doğal beslenme, gübresiz tarım, genetiksiz tohum, yeldeğirmeni enerjisi gibi, benim resmen "şımarıklık" (!) addettiğim türden bazı saplantılar, naçiz kanaatime göre, yukarıdaki "lüks"ü bile haydi haydi aşmış toplumların harcı olabilir.

"İnayetli devlet"lerin koltuğu altına girmiş insan grupları için geçerlilik taşıyabilir.

Neyse, kalay yiyeceğimi bile bile işte ağzımdaki baklayı çıkarttım ve gelelim sadede!

***

TAMAM, ben ekolojist değilim ama, hem onların Türkiye’deki varlığından, hem de yukarıdaki "şımarılıklar"ın (!) bizim ülkemizde de yaygınlaşmasından; moda deyimle "trendy"ye dönüşmesinden, aslında öylesine büyük mutluluk duyuyorum ki !

Meselá, televizyon, radyo, gazete ve dergilerdeki "çevreci haberler"e; sağa sola yerleştirilmeye başlanan ve farklı cins artıkları ayrıştıran çöp kutularına; kent otobüslerinin kasasına yazılan "çevre dostu motor" ibarelerine; háttá, boynumu kör testereyle kesseler de eşiğinden içeri asla adım atmayacak olsam bile, bazı mahalle ve alışveriş merkezlerinde pıtrak gibi biten o "doğal besin" (!) dükkan ve reyonlarına, müthiş bir sevinçle bakıyorum.

Hatta ve hatta, bütün bunlara, günde bilmem kaç paket bitiren birisi olarak kendi hesabıma hiç durmadan küfrü bassam dahi, şimdi her yerde çok sıkı uygulanan cigara yasağını ve yoğun biçimde yürütülen "anti-tütün" kampanyayı da eklemem gerekiyor.

Evet evet, militan ekolojizmle hiç mi hiç aramın olmamasına; üstelik bir de kuyruk acısı çekmeme rağmen, Türkiye’de gelişen o ekolojizm beni dehşet bir iyimserlikle donatıyor.

***

HAYIR, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu değil!

Üstelik, eğer ülkemizdeki genel "çevreci akımı" büyük hoşnutlukla karşılıyorsam, bunun nedeni yukarıdaki "panzehir" rolle sınırlı kalmıyor. İşlevselliğin ötesine taşıyor.

Mevcut gelişmeden mutluluk duymam, sosyolojik bir saptamadan kaynaklanıyor.

Çünkü, başta belirttiğim gibi, söz konusu ekolojizmi esas olarak "refah toplumları"yla; en azından, belirli bir seviyeyi yakalamış olan vasat üstü toplumlarla özdeşleştiriyorum.

Başka bir deyişle, Türkiye’de ciddi ciddi oluşmakta olan "çevreci duyarlılık", aslında aynı Türkiye’nin ulaşmış olduğu ekonomik ve sosyal düzeyin somut ispatını sunuyor.

Nitekim, hadi yoksulluktan ve diğer önceliklerden ötürü inanılmaz bir doğa kıyamının gerçekleştiği Çin’i, Maçin’i, Hint’i, Afrika’yı zaten hesaba katmayalım ama, Rusya ve bazı Doğu Avrupa devletleri dahil dünyanın ezici çoğunluk ülkelerinde, o "çevreci duyarlılık" ve o "natürelci lüks", bugünkü Türkiye’nin fersah fersah gerisinde bir seyir izliyor.

Oralarda ne kadife sesli spikerler radyoda ekolojik anons yapıyor; ne çöpler artıklara göre ayrıştırılıyor; ne de zaptiye, vapur güvertesinde bile cigara yakanın yakasına yapışıyor.

***

EVET, Türkiye iktisaden zenginleştiği ve toplumsal bab’da sivilleştiği içindir ki, benim bazen "lüks" (!) addettiğim bir "doğallık"ı bile artık d-o-ğ-a-l karşılar oldu.

Başka bir deyişle, refah toplumlarına özgü "şımarıklar"la (!) donanmaya başladı.

Ve şüphesiz, böyle "şımarıklık"a can kurban ki, bunun kesintisiz sürmesi ve daha da "yüzsüz" (!) hale gelmesi için, o tatsız tutsuz "natürel besinler"e talim etmeye bile hazırım.
Yazarın Tüm Yazıları