ÜÇ gündür yazmakta olduğum “Hintnâme”lerin ilkine şöyle de başlayabilirdim:
“Ey Hint, ey ebedi Hint, sen hep böyle kal! Sen durağanlığınla muhteşemsin!”
Oldu olacak, bari şunları da eklerdim: “Şimdi, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Sindî ‘sahip, sahip’ diyerek yelpazemi sallıyor ve sarisinin yırtmacından esmer ve biçimli bacakları seçilen bir banû dasihirli parmaklarıyla omuzlarımı ovalıyor”. * * *
BUYRUN bakalım, işte size en alasından oryantalist bir Hint masalı uydurdum. Hani Nazım Hikmet bir şiirinde Pierre Loti’nin yarattığı o hayali ve o şarlatan Şark imajına beddualar yağdırır ya, işte benimkisi de aynı lânetli kategoride yer almayı hak etti. Ne var ki, her şeye rağmen inkâr edilmez, böyle bir Hint de oldu! Sırf Britanya sömürgeciliğinden ötürü değil, iki gündür sözünü ettiğim ve bütün bir Asya altkıtasını belirleyen o “eşitsizlik mukadderatı”ndan dolayı oldu. Ancak hâla var mıdır, yok mudur, işte onu bilemiyorum. Gözlerimle tanıklık edemem. * * *
EDEMEM, çünkü Cumhurbaşkanı’yla birlikte gerçekleştirdiğimiz bu gezi, hemen bütün resmi ziyaretlerde olduğu gibi, aslında bir “koridor güzergahı”na tekabül ediyor. Başka bir deyişle, bilmem kaç yıldızlı oteller ve işin ehli refakatçi rehberler falan, Frenklerin “krem dö la krem” dediği cinsten bir kalburüstü ortamla sınırlı kalıyorsunuz. Gündelik hayattan görebileceğiniz şeyler, ya zaten çoğu kez “iyi” semtleri kateden kortejden, ya da sterilize edilmiş gezintilerden sezinlediğiniz enstantanelerin ötesine taşmıyor. Nitekim, bugün varacağımız Bombay’da da kimse bizi gecekondulara götürmeyecek. Hatta götürüldüğümüz varsayılsa bile hiç şüpheniz olmasın ki bizler orayı, hepimizin ekrandan seyrettiği şu “Milyoner” filminden daha gerçekçi bir şekilde kavrayamayacağız. Soğuk, mesafeli ve belki biraz “yufka yürekli” turist olmaktan öteye geçmeyeceğiz. Artı, ne kadar “krem dö la krem” koridorda kalsak bile yukarıdakine zıt sosyal kategoriyi, yani o kaymağın dahi en üst tabakasındakin “ultra elit” Hint’i de bilemeyeceğiz. Dünyadaki dolar milyarderlerinin en çok olduğu bir ülkede, bir ayağı yerde bir ayağı gökte Sindîlerin “sahip sahip” diye hâlâ yelpaze sallayıp sallamadığını öğrenemeyeceğiz. Dolayısıyla ben burada ağzımla kuş tutsam ve eğer siz de biraz ansiklopedik dağarcığa sahipseniz, Hint’e dair anlatacağım her gözlem, sizin bildiklerinize hiçbir şey kaymayacak. Fakat belki şu katar mı dersiniz? * * *
KARŞIMDA bütün haşmet ve cazibesiyle Tac Mahal duruyor da oradan aklıma geldi. Agra’da değil çok daha önceleri, Britanya sömürgeciliğine dair bir kitapta okumuştum. Biliyor musunuz ki Türk – Moğol hükümdarı Şah-ı Cihan’ın sevgili eşi Mümtâz Mahal’i ölümsüzleştirmek için 17. yüzyılda inşa ettirttiği ve dünyanın en tanınmış bir kaç anıtından biri olan bu türbe, 19. asırda az daha kim vurduya gidiyordu. Yerinde yeller esecekti Zira, şimdi adını unuttum, zamanın Hintler Valisi olan Lord hazretleri Asya altkıtasını tümden İngilizleştirmek için bütün bölge dinlerinin “kurutulması” gerektiğine hükmetmişti. Bu yüzden de Hindu tapınağı ve İslam camii falan, mermerinin, taşının, ahşabının para edeceğine kanaat getirdiği mabedleri yıktırmaya başladı. Malzemeyi de haraç meraç sattırttı. Sıra tam Tac Mahal’e geldiğinde ise kelepirlerin Majesteleri bütçesine fazla katkı sağlamadığı anlaşıldığından, kazma vurmak için kurulmuş iskeleler son anda tekrar söküldü. Ve işte bu mucize sayesindedir ki de bendeniz şu “Üçüncü Hintnâme”yi noktalarken, melek bir banûnun sari yırtmacından sıyrılan esmer bacaklarını değil, tâ Dersaadet’tenburalara gelip insanlığın en estetik anıtlarından birisini inşa etmiş Mehmet İsa, Mehmet İsmail ve Hattat Serdar efendilerin başyapıtını seyretmek şansına malik olabiliyorum.