MAZBUT ailelerde "Cumhuriyet kızı" olarak yetişen ve hafiften alafranga eğilimler taşıyan İstanbul anneleri oğullarının hangi mesleği seçmesini ister? Daha doğrusu, isterlerdi?
Bununla, o Cumhuriyet’in henüz oturduğu ve dolayısıyla, İmparatorluktan miras "devlet ana" ideolojisinin hálá tümüyle hüküm sürdüğü ellili - atmışlı yılları kastediyorum.
Yani, evlátlarını "askeriye", "ilmiye" ve mülkiye"den hangisine láyık görürlerdi?
* * *
ASKERİYE olmaz. Zira bir; Heybeli bahriyesi hariç, kışla artık taşralı sayılmaktadır.
İttihatçılardan beri Kuleli’nin eski cazibesi yoktur. Gazi de tekrar diriltmemiştir.
İki; familyada, özellikle de damat tarafında o bahriyelilik zaten ebedi gelenektir.
Ancak, tá Kırım’dan Kanal’a, oradan Kuvva-ı Milliye’ye, yedi denizin karnına çektiği; her halükarda da, ancak iki muharebe arasında evlerine uğrayabilen aile efradı sayısızdır.
Kaldı ki, baba söz konusu geleneği kırmıştır ve tekrar inşasına asla izin vermeyecektir.
Ve nihayet üç, askeriyenin hiçbir "alafrangalık" arzetmediği de tartışma götürmez.
* * *
BUNA karşılık, "ilmiye" cidden düşünülebilir. Háttá, bilhassa da temenni edilebilir.
Meziyetli anneler oğullarının doktor; hele hele, "sihirli elleri"nden dolayı genç yaşta şöhretle donanıp Amiral Bristol hastanesinde "cerrah doktor" olmasına ancak sevinirler.
Artı, mühendis de olunabilir. Yahut, familyanın diğer ayağı gibi mimar da olunabilir.
Ancaak, şuhaytaçocuğun o "müsbet ilimler"le hiç arası yoktur ki, bunu da geçelim.
* * *
GERİYE"mülkiye" kaldı. Hem de o mülkiyenin en koca "M" harfli Mül-ki-ye’si!
Yani, d-i-p-l-o-m-a-t yetiştireni! Yani, Cumhuriyet’i "ecnebiye"de temsil edeni!
Allahım, haylaz oğlumuz lisesi bir bitirebilse, dört - beş yıl ayrılıkta bağrıma taş basar ve ancak "her bahtı karanın görmek istediği" şu Ankara’ya bile seve seve gönderirim.
Hem şimdi "Varan" otobüsleri de var, bayramda seyranda ya biz gideriz, ya o gelir!
Sonrası mı?
* * *
SONRASI şu ki, iyi annelerişte şimdi, ya Napoli aktarmalı olarak Roma sefaretindeki üçüncü kátipliğe giden "kuzular"ını Karaköy Yolcu Salonu’ndan; ya da Simplon Ekspresi’yle ilk kuryeliğe çıkan aynı oğullarını Sirkeci Garı’ndan gözü yaşlı mendille uğurlamaktadırlar.
Ama aslında için için ve gizli gizli sonsuz sevinmektedirler, çünkü d-i-p-l-o-m-a-t!
* * *
EVET evet, orta halli ve mazbut mahallelerde "Cumhuriyet kızı" olarak yetiştirilen ve alafranga eğilim taşıyan İstanbul anneleri için bundan daha sihirli bir kelime düşünülemez.
Zaten, "çekemezler"in "monşer" diyecek olması bir "alafrangalık" delili değil mi?
Oğlan Paris’e bir yerleşsin, anneciğine mutlaka tayyare bileti gönderir. Yazın da halis İskoç kumaşı getirir ki, Despina’ya tayyör diktirtim miydi, beş çaylarının ana kraliçesi olurum
Artı, "monşer"miş, elinin körü! Tá Tercüme Odası’dan beri "d-e-v-l-e-t"imizi; o "kutsal devlet"imizi dışarıda ve içeride dört elle sahiplenenler diplomatlardan çıkmadı mı?
Kaldı ki, "Mülkiye Marşı"nın "Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz /
Ey vatan göz yaşların dinsin, yetiştik çünkü biz" diye başlaması tesadüf oluşturmuyor.
Dolayısıyla, aman evládım bak ben de ayrılık yaşımı dindirdim, sefir ol inşallah!
* * *
TÜM bunlara rağmen ne diplomat, ne sefir oldum. Aksine, en "anti"ye dümen kırdım.
Fakat meslek icábı, daima o büyük "M" harfli "mülkiyelilik"le içiçe yaşadım.
Dolayısıyla, ciddi bir kesim diplomatımızın sergilediği ve artık "kutsal devlet"le özdeşleşmeyen sonsuz sevindirici gelişmelerin birinci elden şahidiyim ki, yarın işleyeceğim.