Paylaş
Evet evet, o Marx ki komünizme teorik, hatta pratik öncülük yapmıştır, buna rağmen kentsoylular kesimini belki diğer bütün ideologlardan çok daha fazla övmüştür.
Ve, haklıdır! Yerden göğe kadar haklıdır!
Pekii, Trier’li sakallı ileriye dönük hemen tüm öngörülerinde, dolayısıyla kapitalizmin ve burjuvazinin çökeceğine dair kehanetinde de yanıldığına göre burada nasıl haklı olabiliyor?
İLKİN Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim. O kehanet yanlışlarının aksine, gözlemlerini geçmişle ve çağıyla sınırladığı takdirde Engels’in yoldaşı mükemmele yakın tahliller yaptı.
Bu yüzden de “tarihin en devrimci sınıfı” derken doğruyu saptadı. Tabii ki öyledir!
Çünkü ta Ortaçağ nihayetinden bugüne dek, iktisattan siyasete ve estetikten ilâhiyata, kendisini durmadan yenilemiş ve daima öncülük üstlenmiş başka sosyal bir katman yoktur.
Ama toplumlar ve coğrafyalar aynı mekânlarda aynı süreci izlemezler. Evrimler ayrışır. Dolayısıyla da birçok ülkedeki burjuvazi Batı’dakinden farklı biçimde gelişmiştir.
TÜRKİYE de bu farklı kategorilerden birisine girer. Zira sır değil, Cumhuriyet burjuvazisi esas olarak devlet desteğiyle, en azından ondan “nemalanmak” ekseninde oluştu.
Ayakları üzerinde durabilecek bir sınıfa dönüşebilmek için, kendi cebinde olmayan ilk kapital birikimini merkezi otoritenin kaynaklarından sağladı. Bir anlamda, ondan beslendi.
Bunda eleştirilecek yan yoktur. Başka çare mevcut değildi. Artı, tek örnek de değiliz.
Ancaak, yukarıdaki ekonomik bağımlılık çok, çok uzun bir süre; haddinden kat be kat fazla bir müddet politik bağımlılık da getirdi ki, işler işte burada çatallaşıyor.
ÇATALLAŞIYOR, çünkü doğum yeri olan Batı Avrupa’da burjuvazisinin devlete karşı olan iktisadi yaklaşımı “gölge etme, başka ihsan istemem” şeklindedir. Nokta.
Oysa Türk burjuvazisi kâh ihale alamayacağı, kâh kredi bulamayacağı, kâh da ‘derin’ini (!) gocunduracağı endişesiyle devletle arasına mesafe koymaktan korktu. Ödü patladı.
Bilhassa da “kendisi için sınıf” kimliğini kazanamadı. Yani, sahip olduğu ekonomik ağırlığı politik arenaya tahvil edemedi. Başka bir deyişle, öz be öz kendi rejimini oturtamadı.
Burjuvazinin ideolojisi olan liberalizmi ve sistemi olan demokratizmi hâkim kılamadı.
Üstelik yukarıda dediğim gibi, bu ürkeklik çok uzun müddettir sürüyor. Hala sürüyor.
Meselâ “Taraf” gazetesi demokrasi tarihimize adını şimdiden yazdırmış olmasına ve ne tür zorluklarla yayınlandığını herkesin bilmesine rağmen, sermayedarlar onun kadar tiraja ve aynı alım güçlü okurlara sahip ceridelere reklam dağıtırken, “mimlenirim” (!) kaygısıyla söz konusu gazeteye ilân vermiyorlar. En özgürlükçü kesimleri dâhil cesur davranamıyorlar.
Evet, heyhat ki heyhat, Türkiye burjuvazisi bugüne dek Karl Marx’ın “tarihin en devrimci sınıfı” ifadesine yaraşacak bir dirayet göstermekten korktu ve korkuyor.
FAKAT işte müjde! Müjdeler müjdesi!
TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’in önceki gün sergilediği t-a-r-i-h-i tavır; yani sivil rejimi ve evrensel demokrasiyi sahiplenen tutum, ülkemiz burjuvazisinin de nihayet “kendisi için sınıf olmak” cesaretini gösterdiğine dair diğer bir t-a-r-i-h-i simgeyi oluşturuyor.
Artı, aynı burjuvazinin sahip bulunduğu gücün yine nihayet bilincine vardığını; daha artı, ekonomik alanda özgürleştiği oranda politik – ideolojik olarak da özgürleştiğini ispatlıyor.
Selâmlıyoruz! Bin defa selâmlıyoruz! O demokrasi ve o özgürlük adına selâmlıyoruz!
Ve ‘tarihin en devrimci sınıfı’ndan, Türkiye’de hayli hayli geciktirmiş olduğu bu devrimci misyonunu artık hiç tavizsiz ve hiç korkusuz sürdürmesini bekliyoruz.
Paylaş