EĞER, İlter Türkmen’den her söz edişimde isminin arkasına mutlaka "usta" sıfatını ekliyorsam, bu, sırf ona karşı beslediğim sonsuz saygı ve hürmetten kaynaklanmıyor.
Oysa ben aslında böyle oturaklı kelimeleri zırt pırt kullanmam. Yüz güz olmam.
Çetin Altan, Şerif Mardin, Orhan Pamuk, Dücane Cündioğlu veya Selim Sesler gibi çok müstesna addettiğim bir kaç kalburüstü şahsiyet için hariç, sözcüğü ayağa düşürmem.
Dolayısıyla, Türkmen’e "usta" diyorsam, saygının ötesinde bunun daha da derini var.
* * *
ÇÜNKÜ en önce, Türkmen Usta benim mesleki ufkumu açtı. Henüz çaylak gazeteci sayılırdım ki, uyguladığı kıvrak dış politikayı izleyerek, çıraklık yıllarından kalfalığa geçtim.
Fakat sonsuz defa daha önemlisi, İlter Türkmen, Ankara diplomasisini kangren eden hayati ve değişmez bir tabuyu yıkarak devrimci, hatta ihtilalci bir görevin öncüsü oldu.
Ve, söz konusu tabu, dün sözünü ettiğim "mukaddes devlet" ideolojisidir!
İmparatorluğun "Tercüme Odası" geleneğini devralan Cumhuriyet hariciyesi de, TSK’yla birlikte, bu ebedi totemi dokunulmaz kılan en statükocu "zaptiye" olmuştur.
Yani, hem geçmişin kuyruk acısıyla tekrar aynı duruma düşmek korkusundan; hem de "monşer" saçmalığını ciddiye alıp bunun tersini ispatlamak içgüdüsünden ötürü, Türk dış bürokrasisi iç bürokrasiyi bile mumla aratacak ölçüde, her türlü açılıma çomak sokmuştur.
* * *
EVET öyledir ve nitekim, örneğin Kardak’daki "harita mandepsisi"ni eleştirdiği için bu satırlar yazarını "áli menfaatlereihanet ediyor" (!) diye patrona ispiyonlayan bir Onur Öymen eğer bugün CHP içindeki "ulusalcı" kanadın başını çekiyorsa, burada tesadüf yoktur.
Yahut, Atina’ya elçi gider gitmez ilk iş olarak İstanbul kökenli Rumları sefaretten "temizleyen" şimdiki MHP milletvekili Gündüz Aktan demokrasi karşıtlığını teorize edebilmek için Nazi hukukçu Carl Schmitt’i referans gösteriyorsa, bu da bir tesadüf değildir.
Veya, yine eski diplomat ve şimdi AYM üyesi Osman Paksüt’ün AKP davasında "kuryelik" ve "suflörlük" yapmış olduğu iddiaları da gökten zembille düşmemektedir.
Evet evet, örnekleri uzatabilirim, Türk hariciyesinin ülkemizdeki en statükocu iki kurumdan biri olması bir yana, mensuplarının büyük çoğunluğu da daima o statükoya karşı çıkanları zapt-u rapt altına almaya pek bir "heveskár" (!) kadrolardan oluşmuştur.
* * *
AMA dediğim gibi, ne mutlu ki artık devrán değişti. Değişiyor ve daha da değişecek.
Dünya dinamikleri, aslında o dünyayı en çok bilmesi gereken fakat buna direnen Türk diplomasisini de etkiler oldu. Daha doğrusu, o etki nihayet açığa çıkmak cesaretini gösterdi.
Ve işte burada da İlter Türkmen Usta hayati bir misyon yerine getirdi.
Emeklilik ertesi bazı diplomatların gazetelerde yazması ve ilk olmasa dahi, ákil adam Türkmen’in asla statükocu olmayan sonsuz isabetli tahliller yapması, bir viraj oluşturdu.
Eh, dışişleri bakanlığını 12 Eylül’de yapmış ve de üstelik KKTC’nin tek mimarı olmuş.
Onu da "vatan haini" (!) diye karalamaya yeltenecek bayiğitin alnını karışlarım.
* * *
ZATEN yine Türkmen faktörü sayesindedir ki, adını vermeyeceğim faal diplomatlar bir yana, emekli hariciyeciler arasındaki "özgürlükçü kanat" artık açık açık ortaya çıkıyor.
Aklıma gelenleri sayıyorum, bir Volkan Vural, bir Cem Duna, bir Temel İskit, bir Yalım Eralp, bir Akın Özçer yukarıdaki "statüko kanadı"nın zıddında yer almıyorlar mı?
Ve, aziz ve sevgili Rıza Türmen önceki gün "Milliyet" ailesine katılırken, ilk bilgelik makalesine George Orwell’den "Niçin yazıyorum?" alıntısıyla başlamıyor mu?
Evet evet, Türkmen Usta’dan Türmen bilgeye, dünya ve ülke gibi Türk diplomasisi de dönüşmektedir, çünkü statükonun çatırdadığını görmemek ancak körlere mahsustur.