Türban, mantık ve izdivaç

DÜN Falih Rıfkı Atay’ın "Denizaşırı" kitabından alıntı yapmış ve "Ulus" gazetesi başyazarının daha 1927 yılında Batılılara, "Türklerin artık Araplar gibi ’maskara kıyafeti’ giymediğini" ispatlamaya çalıştığını, bizzat kendi kaleminden aktarmıştım.

Sonra da, "türban sorunu"nun yine aynı kimlik bunalıma uzandığını vurgulamıştım.

Peki de, bu satırlar yazarı Atay’dan farklı tutum ve ruh háli içinde miydi?

* * *

HAYIR değildi ve yurtdışına ilk çıktığımda, "sıradan Batılı"nın Türkleri "feráce - fes" imajıyla özdeşleştirmesi kadar hiddetlendiğim bir şey yoktu. Hiddetten çıldırırdım.

Hem "giysi devrimi"mizi bilmeyecek ölçüde cahil olmalarına şaşırırdım; hem de bilhassa, "ben"i "öteki" algıladıkları için onları kör testereyle keseceğim gelirdi.

Mümkün olsa, nasıl ilkokuldayken Langa’da rasladığım çarşaflıları çekiştirip sokak ortasında "Atatürk kadını böyle giyinmez" diye avaz avaz bağırır ve öğretmene itiharla anlattığımda da koca bir "aferin" alırdım, aynı şeyi bu defa başka bir biçimde yapacağım.

"Ben"i kendinden saymamak gafletine düşen o "sıradan Batılı"yı yine sokak ortasında evire çevire öyle bir döveceğim ki, anlasın bakalım, Falih Rıfkı’nın deyimiyle, "artık tuhaf maskara kıyafeti" giyinmediğimizi öğrenmemek kaça mal oluyormuş.

* * *

DEĞİŞMEM çok sonraları, "cinnet yılları" nihayetinde gerçekleşti ki, gerek "ben"i, gerekse de "öteki"ni göreceli kılan "akıl çağı"na ve "olgunluk dönemi"ne artık erişmiştim.

Kendimi o "öteki"ne "ispatlamak" ve onun aidiyetini talep etmek kaygım sona erdi.

Başka bir deyişle, bilinçaltıma yerleşmiş komplekslerinmen mümkün mertebe arındım.

Kime, neyi "ispatlayacak" mışım ki? Niçin "öteki"nden ceváz isteyecek mişim ki ?

Ben neysem, işte "ben" oyum !

Üstelik, benim "ben"imde "öteki" de var! Dolayısıyla, muhtemelen daha zenginim.

Çarşafımla, hicábımla, fesimle, poturumla, türbanımla da ben "ben"im; mini eteğimle, kravatımla, dekoltemle, frenk gömleğimle de ben yine "ben"im!

* * *

OYSA bunlardan ilkini reddetmem; "tuhaf kıyafet giymiyorum" diye yırtınmam; yani, irádi ve eşitsiz bir talepkárlıkla o "öteki"nin o "ben"i illá kendisinden addetmesini istemem; kabullenmediği için de küplere binerek, onunla yaşadığım "aşk - nefret" ilişkisini bu defa tamamen "nefret"e dönüştürmem, sırf benim "ben"liğimi yok etmekle kalmıyor.

Ötesi, böylesine áciz ve red durumunda da böylesine kindar bir yaklaşım eşitsizlik ilişkisini güçlendirdiğinden; artı, aidiyetini talep ettiğim Batı’nın zihin sistemetiğiyle tamamen çeliştiğinden, "ben"i "öteki"nden daha da uzak kılar ve kılıyor. Daha da yabancılaştırıyor.

O halde burada diyebiliriz ki, yukarıdaki "akıl çağı" ve "olgunluk dönemi" aslında, hem "aşk"ın, hem de "nefret"in törpülendiği bir "normalleşme süreci"ne tekábül ediyor.

Yani, artık ne "deli sevda", ne de onun sebep olacağı "aşk cinayeti" söz konusudur.

Bundan böyle yalnız ve yalnız "mantık izdivacı" vardır ki, nokta!

* * *

İŞTE, "türban sorunu"yla tekrar nükseden ve Atay’ın seksen, benim de kırk yıl önce yaşamış olduğu kolektif travma, söz konusu "öteki"yle, yani "Batı"yla yaklaşık iki asırdır yaşadığımız "aşk - nefret" ilişkisinin hálá "normalleşememiş" olmasından kaynaklanıyor.

"Akıl çağı"nın ve "olgunluk dönemi"nin "mantıki izdivaç"ını reddettikleri içindir ki, hem militan yandaşlar, hem militan karşıtlar ya "ben", ya "öteki" tercihini dayatıyorlar.

"Öteki"nin "ben"i, "ben"im de "öteki"ni kapsadığımız gerçeğini kabullenmiyorlar.

Oysa "türban sorunu"nun çözümü de "biz"e ulaşacak bir "mantık izdivacı"ndan geçiyor ki, çifti yarın nikáh masasına yatıracağım.
Yazarın Tüm Yazıları