Tünel’den Galatasaray’a kadar

ADETİMDİR, haftasonları annemi ziyarete giderim. Kadıköy cihetinde ikamet eder. İşte geçen cumartesi de öyle yaptık. Sonra, akşam sularında refakatçimle birlikte eve dönerken Karaköy’den tünele bindik ve yukarı çıktık. Aylaklık olsun ve kalabalıkta yıkanalım diye Cadde-i Kebir’den yürüyerek yolu uzatacağız.

Haberin Devamı

DAHA Metro Han’da her yer cıvıl cıvıldı. Rengarenkti. Pırıl pırıldı. Yakamozluydu. “Erasmus” projesinin bir öğrenci değiş tokuşuna mı rastgeldik nedir bilemiyorum, yerli - yabancı, kız - erkek, mini - türban gençler oraya öbek öbek toplanmışlardı. Enva-i çeşit dilden şarkı söylüyorlardı.
Halep Pasajı önüne doğru seğirttik ki, kanun, gitar, darbuka vs., zaten o civarda her zaman gördüğüm ve Fatih Akın’ın enfes filminden beri de daha çok hayran olduğum aynı sokak çalgıcıları musikiye başlamışlardı. Kalabalığa karıştık ve uzun uzun, doya doya, sindire sindire notaları teneffüs ettik. Yuttuk ve hazmettik. Bir beşlik attım, kesem elverseydi ellilik de atardım.

İLERLEDİK. “Karanlıkçı Maocular”un kıytırık televizyonu Rumlardan gasp binada ya, zahir daha öteye gitmeye cesaret edemediklerinden olacak, işte tam o hizada bu “Ergenekoncular”dan üçü beşi sanki yol kesen eşkıya gibi “karanlık, karanlık” diye provokatör varakpareyi millete kakalamaya yelteniyordu. Tabii ki tek bir kulun da ne metelik verdiği, ne suratlarına baktığı vardı! Zaten birisi bana da niyetlenince “Silivri’ye” diye öyle bir tersledim ki, “ulusalcı” kopil apışıverdi.

Haberin Devamı

ADAKULE’ye vardığımızda, muhtemelen Doğu veya Merkezi Avrupa kökenli yaşlı bir çift boşlukta kendine yer bulmuştu. Tabureye oturmuş erkek flüt çalıyordu, kadın da Verdi aryası söyleme çalışıyordu. “Çalışıyordu” diyorum, çünkü itiraf etmem gerekir ki hatuncağız bu ses kabiliyetiyle en kabadayısı, en kıytırık bir operanın abdesthanesinde ancak “madam pipi” olabilirdi.
Üstelik tefle tempo tutmasına da anlam veremedim. Acaba İtalyan tınılara “oryantalizm” ekleyerek daha çok mu bahşiş kopartacağını sanıyor diye düşündüm. Zaten demin önünden geçtiğimiz ve Filipinlilerin akşam ayininden çıktığı Aziz Meryem Klisesi’nin kapısına çöreklenmiş yine ecnebi “beatnik” de öyle berbat tıngırdatıyordu ki, burada yazmaya değmez. Biraz daha ilerledik ve artık haniyse Galatasaray’a varacağız. Doğru, şimdi cumartesi kalabalığı tamamen mahşeri bir hal aldı ama sağdan yükselen rebetikoya soldan yükselen caz öylesine uyumlu biçimde karışıyor ki, bir şehirli için bunun yegâne adı “haz”dır!

Haberin Devamı

KAVŞAK ana baba günü, zira en az iki yılldır İstanbul’da dolanan o Güney Amerika yerlileri mikrofon, amplifikatör, hoparlör falan, tam teşkilat orkestra olarak köşeyi tutmuşlar. Her şey kekâ! Bir yandan müzik yapıyorlar, bir yandan da raks ediyorlar. Millet mayışmış, zevkten uçuyor.
Perulu mudurlar, Kolombiyalı mıdırlar, yoksa başka bir mıntıkalı mıdırlar bilmiyorum ama şu Beyoğlu cumartesisinde sonsuz kesin olarak biliyorum ki, tıpkı diğer yabancı sokak mızıkacıları gibi onların da burayı mekân tutması, yedi tepeli şehrimizin artık bir “dünya kent” dönüştüğünün en somut ispatını sunuyor. Fakat kalabalıktan baş uzatacak yer yok, çaresiz yürüdük ve iki adımda musiki değişiverdi.

Haberin Devamı

MEKTEB-İ Sultani’nin önünde öyle uzak And Dağları’nın tınıları değil bizzat bu caddenin, bizzat bu sokakların, bizzat bu çıkmazların eski notaları uçuşuyor. Kâh postanenin, kâh Tokatlıyan’ın damına konuyor. Başına yan yatırılmış külhanbey kasketi ve yanağına ben kondurulmuş Galata dilberiyle dekor tamdır. Buradaki laternanın manivelası Levanten bir Pera nostaljiyası döndürmektedir.
Ve, hemen bitişikte farklı standlar kurmuş travestilerin, komünistlerin, çevrecilerin özgürlüğüyle de İstanbul aslında, o nostaljiyalarda hiç olmadığı kadar özgürdür ve hiç olmadığı kadar evrenseldir!
Bizim yolumuz Turnacıbaşı’ndan sağa dönüyor ve Galatasaray’dan Taksim’e kadar olan diğer güzergahın o özgürlük ve o evrensellik müzikleri başka bir rock, caz, pop veya arabesk cumartesiyi bekliyor.

Yazarın Tüm Yazıları