Paylaş
Ve tevile, sukuta, yalanlamaya, öfkeye rağmen her şeyi görüyor, okuyor ve dinliyoruz.
Bilhassa da, eğer fanatik bir partizan değilsek ve bir nebzecik objektif bakışa sahipsek, o “derin kanaat” denilen ve yüreğimizde hissedilen duyarlılıkla şunu kesinkes biliyoruz.
Bütün bunların hepsi cihet-i askeriyeyle mutlaka ilişki arzediyor. İçiçelik taşıyor.
O halde, madem ki “Balyozcubaşı Paşa”nın blöfünü restle gören “Taraf” gazetesi de elindeki tüm delilleri Genel Kurmay’a derhal sunmaya hazır olduğunu açıkladı, bu takdirde statüko zaptiyesi demagogların hanidir suçlama olarak yönelttiği soruyu bizzat biz soralım:
TSK yıpratılmak mı isteniyor?
*
HAYIR! Asla ve hâşâ!
Zira hâlâ ulus-devletler çağında yaşıyoruz. Üstelik netameli bir coğrafyada yaşıyoruz.
Demek ki beğensek de, beğenmesek de onun ve oranın şartlarında siyaset yapıyoruz.
Dolayısıyla, Clausewitz’in “savaş siyasetin şiddet eksenli uzantısıdır” sözündeki o “şiddet uzantısı”na; yani özünde aynı siyasetin aracı olan orduya da tabii ki ihtiyacımız var!
Rızkımızdan kesmemek kaydıyla emelimiz, mümkün olan en güçlüsüyle donanmaktır.
O halde, eğer saftirik bir pasifist ve kuş beyinli bir barışperest değilsek ve az biraz da akl-ı selime sahipsek, kimse TSK’nın yıpratılmasını istemez. İstemiyor ve istememektedir.
Aksini iddia edenler ya yalan söylüyor, ya tahrifat yapıyor, ya da gerçeği görmüyorlar.
*
ÖYLE, çünkü TSK’nın sadece ve sadece ye-ni-len-me-si-ni istiyoruz!
Yani, her evrensel demokraside olduğu gibi Türkiye’deki ordunun da yalnız sivil otoriteye itaat eden; ama öyle kerhen değil, fiilen, ruhen ve harfiyen itaat eden; artı, anayasal rejime yine ruhen, vicdanen ve beynen sadık olan normal bir kuruma dönüşmesini bekliyoruz.
Diğer bir deyişle, Kuleli’den itibaren başlatılan ideolojik şartlandırmanın bir bilinçaltı vehmine dönüştürdüğü şu “kurtarıcılık” (!)misyonundan artık arınması talep ediyoruz.
Ne bir gıdım fazlası, ne bir dirhem eksiği var!
Ve bu isteğimiz, bu beklentimiz ve bu talebimiz meşrudur! Sonsuz meşrudur!
Zaten eğer yukarıdaki evrensel demokrasiye inanıyorsak da, tartışması dahi abestir.
Her halükarda da bunları istemek, beklemek ve talep etmek bir “yıpratma” değildir!
Tam tersine, TSK’yı “yenileme” azminin ve dinamiğinin ta kendisidir!
*
HAA, ama eğer yukarıdaki “sivil otoriteye fiilen ve ruhen itaat”; artı, “anayasaya vicdanen ve beynen sadaket”; daha artı, “kurtarıcılık vehminden feragat” istek, beklenti ve taleplerini “yıpratma” olarak algılıyorsanız, bu takdirde eyvallah! Diyecek bir şey yok!
Evet öyledir! Bin defa öyledir! Zaten de öyle olması gerekmektedir.
Hatta yıpratmanın ötesinde, bir yıkım ve bir berhava operasyonu söz konusudur!
Zira kendi kendine misyon biçen; ayrıcalıklarından taviz vermeyen; halefini selefiyle atayan; içindeki şer tohumlarını lonca dayanışmasıyla kollayan; şeffaflığı reddeden ve bugün nihayet “n’oluyoruz” demek cesaretini gösteren bir sivil toplum sanki yarım asırda şu kadar darbe ve darbe girişimi balyozunu yememişmiş gibi de, ona karşı “insaf” diye öfkelenen bir sistematik, bir ruhiyat ve bir paradigma öyle inceden inceye yıpratmakla hale yola girmez.
Yani ideolojik militarizm kökten berhava edilmediği müddetçe, o TSK yenilenemez.
Oysa kaçınılmaz ve şimdi kısaltılmalara oynuyoruz. Tıpkı yenilendiği için güçlenen Türkiye gibi TSK da mutlaka yenilenecek. Yenilendiği ölçüde de ordumuz güçlenecek.
Paylaş