Paylaş
YUKARIDAKİ diyalog, daha doğrusu tersleme, Alman birliklerinin artık Paris’i de tehdit edecek biçimde ilerlemesinden sonra Bordeaux şehrinde çekilmek zorunda kalan ve 11 Haziran 1940 tarihinde “kriz toplantısı” yapan Fransız kabinesinde gerçekleşmiştir.
Soruyu soran kişi, kuzeydeki ricat ertesi aynı Fransız ordusuna acilen Başkomutan olarak atanan ve yakasında dört yıldız taşıyan anlı şanlı General Maxime Weygand’dır.
Bu hazret ilkin cengâverliğiyle pek göz boyamıştır. Öyle ki, bir önceki Doğu Akdeniz komutanlığı sırasında Türkiye’yi de savaşa sokmaya çalışmış ve Sovyet saldırısı altındaki Finlandiya’ya yardım etmek amacıyla İngilizleri poposundan güldürten bir teklif sunmuştur.
Pırpır uçaklarla ve topraklarımız üzerinden Bakü petrollerini bombalamayı önermiştir.
Ama anavatandaki durum karşısında yelkenleri mayna etmiştir. Direnişe devam yerine şimdi, bunak Mareşal Petain önderliğinde Nazilerle mütareke
imzalanmasını istemektedir.
Zaten “ne teklif ediyorsunuz” sorusunu da teslimiyeti reddeden şahsa yöneltmektedir.
* * *
VE dediğim gibi, o vakur şahıs ki gayet küçümser bir eda ve ses tonuyla Başkomutan’a “hükümet teklif etmez. Emreder” cevabını yapıştırmıştır, kendisi de askerdir.
Anı sanı henüz hiç bilinmeyen ve daha dün terfi eden General Charles de Gaulle’dir!
Kabineye de topu topu üç gün önce ve ancak savunma müsteşar vekili olarak girmiştir.
Fakat teslimiyetçiliği kabullenmeyen ve her halükarda da “cumhuriyetçilik”in kesin vazgeçilmezleri arasında yer alan “silaha siyaset komuta eder” düsturunun bilincinde olan çiçeği burnunda general, bilmem kaç rütbe kıdemli Weygand’ı terslemekten çekinmemiştir.
Gerisi malûm, birincisi işbirlikçi Petain hükümetinde bakan koltuğuna kurulmuştur.
İkincisi ise bir avuç insanla beraber Londra’dan “Hür Fransa” direnişini örgütlemiştir.
Artı, asker kökenine ve ülkenin en prestijli üniformasına rağmen aynı de Gaulle daha sonraki sivil politikacı kariyerinde de o “cumhuriyetçi ilke”den asla taviz vermemiştir.
Cezayir’in bağımsızlığını reddeden generallere tınmadığı gibi, bu maceracılar darbeye kalkıştığında da tekrar “silaha siyaset komuta eder” diye haykırarak tepelerine binivermiştir.
* * *
İMDİİ, malûm bizim “ulusalcı” taife ha bre ve de sanki birbirleriyle çelişen zıt kavramlarmış gibi “demokratizm”le “cumhuriyetçilik”i karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Eh, bu muhteremler “Şark’ta muteber” cinsinden bir yarı - cahil münevveranlığıyla o “cumhuriyetçilik”i bile başka yerlerinden anlıyorlar ya, TSK darbelerine, darbe girişimlerine veya müdahil çıkışlarına “cumhuriyeti savunmak” (!) adına kulp takmaya yelteniyorlar.
Üstelik bir de Fransız Jakobenliğinin kötü kopyasını taklit ettiklerinden, ikide bir 1789 “İhtilâl-i Kebir”ini ve onun gerçekleştirmiş olan ülkeyi örnek göstermeye kalkışıyorlar.
Oysa hop dedik bizim mösyöler ve bizim madamalar!
* * *
EVET hop dedik, zira zaten çelişmek ne kelime, aksine “demokratizm”le bütünleşen “cumhuriyetçilik”in en temel eksenini “silaha siyaset komuta eder” düsturu oluşturur.
Bu, asla tartışılamaz bir ilkedir. Değil Fransa’da, Patagonya’da bile tersi düşünülemez.
Hâttâ ister Mao’nun “Halk Ordusu” yazılarını açın, ister Hitler’in “general ihaneti” fırçalamalarına bakın, bir tek militarizm hariç, en mutlakiyetçisinden en meşrutiyetçisine dek, aynı ilke demokrasi veya cumhuriyet olmayan diğer bütün rejimlerde de tıpkısıyla geçerlidir.
O militarizm dışındaki tüm sistemlerde hükümet orduya hiçbir şey “teklif etmez”(!)
Hükümet, asker General de Gaulle’nin ifadesiyle o askere “e-m-r-e-d-e-r” ki, nokta!
Paylaş