FRANSA işi artık komikliğe; komiklik ne kelime, resmen maskaralığa vardırdı.
Şöyle ki, Ankara adı zikredilmese dahi, Türkiye’nin Brüksel yoluna taş koymak için ö-z-e-l olarak hazırlanan yasa değişikliği önceki gece Millet Meclisi tarafından onaylandı. Buna göre, nüfusu toplam AB nüfusunun yüzde beşinden fazla olan bir aday ülkenin Topluluk’a katılabilmesi için o Fransa’da referandum düzenlenmesi gerekecek. Fesüpanallah!
* * *
TOPU topu yetmiş parlementerin katıldığı oylama yangından mal kaçırır gibi ve sabaha doğru gerçekleştiğinden, dün ben bu satırları yazarken ortada henüz tepki yoktu. Ama bugünden itibaren, en resmi Brüksel organlarından en ciddi Avrupa medyalarına, yukarıdaki Fransevi küstahlığa nasıl papara yağdırılacağını hep beraber göreceğiz.
Zaten bunu bildiği içindir ki de, Paris hükümeti daha baştan tevil üstüne tevile yeltendi. Eh yalandan kim ölmüş, söz konusu "yüzde beş oranı"nın sırf Türkiye’yi değil Ukrayna, Rusya, hátta Cezayir ve Fas (!) gibi ülkeleri de kapsadığı öne sürmeye kalkıştı. Aman mösyöler, bari Brezilya’yı, Filipin’i, Meksika’yı falan da katın ki tam inanalım!
* * *
BURADA, ne Fransa’nın sergilediği köhne ve demode devlet görünümüne; ne de yasanın pratiğe geçebilmesi için zorunlu olan sürecin muallaklığına uzun uzun değineceğim. Zira, son tahlilde tüm bunlar birer "teferruat"tır. Orman bütünü içindeki tekil ağaçtır.
Kabul, baş ağrıtan, heves kıran, illállah dedirten gelişmelerdir ama, yine de teferruattır. Yani, Aix bölgesi köylülerinin Antalya mandalinasıyla veya Paris banliyösü işçilerinin Bursa otomobiliyle rekabet korkuları, dış kapının mandalından sonra gelir. Esámesi okunmaz.
Çünkü, bırakın Fransız milli bencilliğini Türkiye’nin üyeliği konusu bizzat Avrupa’nın dahi boyunu aşan ve dünya karar odaklarını devreye sokan s-t-r-a-t-e-j-i-k bir sorundur! Kaldı ki Sarkozy bugün var, yarın yok! Biz Brüksel’le varana dek, kim öle, kim kala!
Olmadı, ağzına bir parmak bal çalarak "senden elli tane ’Rafale’ uçağı alacağım ve yeni nükleer santral ihalesi vereceğim" dersin, normal bir rüşvetle bu handikapı da atlarsın.
Fakat bütün bunlar, "olmazsa olmaz" nitelik taşıyan tek bir şartla mümkündür:
O da, Ankara’nın her "teferruat"ın yarattığı ve daha çok yaratacağı engellere ancak ayrıntı değeri biçerek, bütün iradesi, dirayeti ve azmiyle Topluluk’un "öz"üne yönelmesidir!
* * *
OYSA, perşembe günü değindiğim gibi, AKP hükümeti bu azimárlığı artık boşluyor. Hem dışarıda, hem de içeride boşluyor. Hariçte palamarı, dahilde halatı gevşetiyor. Dışarıda, diplomatik ve politik merceği tamamen AB’ye odaklamadığı için gevşetiyor.
Ama çok daha önemlisi, üyelik müzakereleri öncesinin aksine, bugün varılan aşamada dış faktörler artık ancak iç dinamik sayesinde harekete geçebileceği halde, demokratikleşmek, özgürleşmek, hukukileşmek gibi yine "olmassa olmaz" nitelik taşıyan süreci tavsatıyor. Üstelik, "kapatma" (!) iddianamesinin ortaya koyduğu gibi, herkesten ve her şeyden önce bizzat kendi varlığı bunu zorunlu kıldığı halde, hálá işin ciddiyetini kavramıyor.
AKP stratejik insiyatif almak cesaretini gösteremiyor ve iradesi dışındaki olayların akışına göre, Ankara’da da, Brüksel’de de günübirlik siyaset taktikleri üretmekle yetiniyor.
* * *
BU vahim ve ciddi gelişme ise Başbakan Erdoğan’ın ara sıra yaptığı gibi, yukarıdaki "teferruat"ın yarattığı ve daha da yaratacağı hayal kırıklıklarına bağlanamaz. Açıklanamaz. Türkiye’nin böyle bir lüksü yoktur. Tekil ağaca bakarak orman bütününü ıskalayamaz. O Türkiye ki, Fransa’yı yangından mal kaçırır ve tevil üstüne teville, gece yarısı yasa çıkartmak maskaralığına zorlayacak kadar önemli bir ülkedir.
Ve böyle bir ülkenin azmi de, iradesi de, dirayeti de, hevesi de "teferruat"la kırılmaz.