GÖRDÜNÜZ, ‘‘kendin pişir, kendin ye’’ hesabı, dünya televizyonları Kıbrıs'ın AB üyeliğini naklen verirken, Rauf Denktaş bizim ekranlarda yine aynı ‘‘taş plağı’’ çalıyordu.
Okay Gönensin de buna ilişkin olarak ‘‘Vatan’’da şu satırları yazdı:
‘‘Denktaş'ın benzerleri, Berlin duvarının yıkıldığı gün tarih arşivine kaldırıldılar.Ama Türkiye kaldırmayı beceremediği için bugün bu sorunları en ağır biçimde yaşıyor.
(...) Bu yüzden de Denktaş ve benzerleri hálá yerinde duruyor ve hálá Türklere propagandayı sürdürüyor. Oysa bir parça siyasi onuru olan bir kişinin, bugünkü imza töreni sırasında değil televizyona çıkmak, hemen istifa etmesi gerekirdi’’
‘‘İlahi Okay, tarih arşivi nire, Türkiye nire? Siyasi onur kim, Denktaş ve akıldaneleri kim’’ dedikten sonra, biraz yukarıdaki ‘‘taş plak’’tansöz edeyim.
* * *
EFENDİM malumunuz, Thomas Edison gramafonu icad ettiğinde, merdane üzerinde dönen ve ‘‘taş plak’’ denilen o yuvarlak cisim, musikiyi son derece kötü yansıtırdı.
Bunların en ünlüsü de ‘‘Sahibinin Sesi’’ alamet-i farikasını taşırdı.
Nitekim, yüzyıl başının efsanevi Napoliten tenoru EnricoCaruso'dan, bizim Seyyan Hanım'larımıza, Hafız Burhan Bey'lerimize, Denizkızı Eftelya'larımıza dek, bu tür ‘‘taş plak’’lar, elektronik filtrelerden geçirilmiş yeni kayıtlarıya günümüze kadar ulaşmışlardır.
Kolleksiyoncu olduğundan, bazıları ben de bulunur ve göz bebeğim gibi saklarım.
* * *
ANCAK hemen şunu söyleyeyim ki, söz konusu ultra modern filtreler milyar baytlık bilgisayarlarla desteklense bile, ‘‘taş plak’’larda mevcut deformasyonunu düzeltemiyorlar.
Beyni tırmalayan fon cızırtısının ve ses boğukluğunun önüne geçilemiyor.
Eh normal, yıllar ve yıllar önceki ilk kayıt kömüre iliştirilmiş mikrofon ve harca çiziktirilmiş iğneyle yapıldığından, zaten maddeten olmayan bir şey tekrar yaratılamaz.
Dolayısıyla, çağdaş ‘‘CD’’lerin optimum mükemmelliğe alışmış bugünkü kulaklarımız, daha sonraları gelen ‘‘Ramona’’ yetmişsekizlikleri, ‘‘Mambo’’ kırkbeşlikleri veya ‘‘Beatles’’ otuzüçlüklükleri bile fena halde yadırgadığından, öz itibariyle zaten çok eski bir mazinin ‘‘fokstrot’’ dönemine tekabül eden o ‘‘taş plak’’ları hiç mi hiç dinleyemiyor.
Bunlar bilgiç tabirle ‘‘anakronik’’ kalarak güncelin fersah fersah gerisine düşüyor.
Özet olarak, ‘‘taş plak’’ın artık, onun esas işlevi olan ‘‘dinletmek’’ kabiliyeti yok.
Yani, Gönensin'in ‘‘Denktaş benzerleri duvar yıkıldığında tarih arşivine kalktı’’ derken kullandığı ‘‘arşiv’’ sözcüğü, ‘‘taş plak’’ta bir diskotek koleksiyonuna tekabül ediyor.
* * *
İYİ güzel de, koleksiyondaki ‘‘taş plağın’’ kimseye zararı yok. İşte ben de arada bir Udi Hrant Bey'i çıkartıyor ve cızırtılar arasında eski mi eski bir taksim dinliyorum.
Fakat daha peşreve geçecek vakit dolmadan kulağım çok fena halde tırmalanıyor.
Mazoşist değilim, aparata Madonna koyuyor ve milimetrik elektronları yansıtan kaydı dinliyorum. Ya da internetten Rio radyosuna bağlanıyor ve ‘‘bossa nova’’ya koşuyorum.
Ama Rauf Denktaş ve akıldaneleri öyle mi?
Gönensin istediği kadar ‘‘benzerleri arşive kalktı ve siyasi onur istifa gerektirdi’’ desin, işte Kıbrıs'ın AB üyesi olduğu gün aynı Denktaş,aynı köhne gramofonu döndürüyor.
Ve bırakın sayısal ‘‘CD’’ veya ‘‘DVD’’ dinlemeyi; bırakın bilgisayar internetinden evrensel istasyona bağlanmayı, bize kırkbeş devirli streo pikap ve çift bantlı teyp bile yasak.
‘‘Derin egemenler’’ öyle buyurdu, ‘‘taş plak’’ diskotek koleksiyonu olmayacak.
Dünyamilyonlarca vatlık hoparlörlerin ‘‘rock’’ müziğiyle çoşarken, biz daima, tangır tungur dönen külüstür gramafonun tıngır mıngır ‘‘fokstrot’’ cızırtısına mahkum kalacağız.
Oysa yetti, yetti artık, o bitip tükenmez ‘‘taş plak’’ kulak duyarlılığımızı sağırlaştırdı.
Artık biz de en mükemmel ‘‘CD’’de, en evrensel müziği dinlemek istiyoruz.