Paylaş
Bununla, 9 Kasım 1989’u 10 Kasım 1989’a bağlayan gece Berlin Duvarı’nın, yani aslında aynı tarihin en büyük yalanını oluşturmuş olan komünizmin yıkılışını kastediyorum.
“Biz halkız” sloganıyla gerçekleşen bir yıkılış ki, 1914’de 1. Harp’le başlayan ve topu topu yetmişbeş sene sürmesine rağmen insanlığın en dehşet yüzyılı olan 20. asrı da noktaladı.
O halde en önce, aynı insanlığa böyle bir kavis döndüren büyük devrimi selamlayalım.
* * *
YUKARIDAKİ “tarihin taştığı an” deyimini Sovyetler Birliği Komünist Partisi eski Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’dan ödünç aldım.
Mihail Sergiveviç geçen hafta “Le Monde”ye verdiği ve olayların geri perdesini birinci elden anlattığı uzun mülakatta, tek bir ülkeyi, tek bir milleti ve tek bir kıtayı ikiye ayıran Duvar’ın çöküşünü bu metaforla ifade ediyordu. Ve tabii, sonsuz doğruyu söylüyordu.
Öyle, zira aynı komünizme baştan beri yöntem sunan ve kökeni Hegel’e uzanan iradi ve şematik “tarihselcilik” felsefesinin aksine, öngörülemez ve zapt-u rapta alınamaz bir kaos olan o tarih gerçekten de 9 Kasım 1989 gecesi, sokulmak istenmiş olduğu mecradan taştı.
Doğu Berlinliler kenti bölen sınır kapılarına doğru yürümeye başladığında, set yıkıldı. Baraj bir çırpıda berhava oldu ve tarihin esaret prangaları bir çırpıda kırıldı.
O halde, ziyan yok bir defa daha tekrarlamış olalım, tam yirmi yıl önce bugün “taşkın” olmadan taşan tarihi yeniden selamlıyoruz.
* * *
EH olay öylesine hayati, öylesine ihtilâlci ve öylesine sıradan dışı ki, kutlaması, tahlili, bilançosu, perspektifi derken, tabii başta Almanya’da olmak üzere, yıkılışın yirminci yıldönümü hemen bütün dünya medyasında hanidir ve hanidir odak noktası oluşturuyordu.
“Tarihin taştığı an”a denk geldiğinden de dün bu nokta en zirveye tırmandı.
Hadi, “Avrupamerkezci” diye suçlanmamak için, ilk sayfalarını tümüyle olaya ayırmış olan Yaşlı Kıta gazetelerini geçeyim. Fakat çok uzaktakiler da farklılık arzetmiyordu.
Nitekim, Çin’den Maçin’e internete şöyle bir göz attığımda, Hint’in “Hindustan Times”inden Mağrib’in “La Presse”sine veya Hong Kong’un “South China Morning Post”undan Arjantin’in “La Nacion”una dek, bilûmum ceridelerin aynı yıldönümünü yine ilk sayfalarda ve yine kapı gibi haber ve yorumlarla yansıttıklarını gördüm.
Pekii, Türkiye’de?
* * *
TEK tük istisnalar hariç, Berlin’deki yıkılış Türk basın yayın organlarında dün ya hiç yer almadı, ya da dış kapının mandalından sonra ve gayet sudan değinmelerle geçiştirildi.
Zaten de, bırakın tv programlarını, bırakın gazete dizilerini, bırakın üniversite seminer ve tartışmalarını, Dame de Sion Lisesi’ndeki 1989 konferansı ve sergisi dışında, “tarihin taştığı an” ülkemizde “tarihten” sayılmaya layık addedilmedi. Anmaya tenezzül buyrulmadı.
Sanki ayda yaşıyoruz ve sanki biz Türkler, aidiyetini talep ettiğimiz, dolayısıyla da kaderiyle bütünleşmek zorunda olduğumuz Avrupa’ya Papunezyalılardan bile daha uzağız.
Ve bilhassa da, sanki halen geçirmekte olduğumuz demokratikleşme ve sivilleşme evrimini esas itibariyle dış dinamiklere; yani Duvar’ın çöküşüyle birlikte dünyaya damga vuran eğilimlere, gidişatlara, paradigmalara borçlu ve medyûn değiliz.
Oysa işte aşikar, yirmi yıl önce dün “tarih taştı” ki, biz asla o tarihin dışında değiliz.
İte kaka olsa da; geciksek de, dirensek de, mızmınlansak da, akışında sürükleniyoruz
O halde, madem muhkim olduğu sanılan duvar yıkıldı ve madem zapt-u rapta girdiği sanılan tarih taştı, tekrar beton altında ezilmemek ve tekrar sel altında boğulmamak için, 20. yıldönümünde bu yıkılışın sevincini kutlamak ve bu taşışın anlamını kavramak zorundayız.
Paylaş