KÜRT sorununda sütten ağzım çok yandığı için tabii ki yoğurdu üfleyerek yiyorum.
Ama yine de öyle anlaşılıyor ki, en hayati meselede önemli bir viraja doğru ilerliyoruz.
Uçurum ve heyelan var mıdır diye yolu kolaçan ediyoruz. Momentuma yaklaşıyoruz.
Nitekim, makamına oturduğu günden beri iç ve dış arenada uzlaşma kültürünün ve akl-ı selim duruşunun temsilcisi olarak sivrilen Cumhurbaşkanı bir "tarihi fırsat"tan söz etti.
O halde, ümit ve temenni edelim ki bu fırsat da yeni zengin müsrifliğiyle harcanmasın.
***
FAKAT şunu baştan saptayalım ki, gelecekte hayalkırıklığı yaşanmasın:
Muhtemel bir "mutlu son" durumunda dahi ortalık aniden sütliman kesilmeyecektir.
Yani, zaten olmazsa olmaz şartı oluşturan silahların susması bir yana, velev ki PKK kendini lağvetsin; hükümlü ve zanlılar için af çıksın; dağ militanları sivil siyaset kadrolarına dönüşsün ve de tabii Kürt kimlik aidiyeti bütün uzantılarıyla birlikte resmen tescil edilsin, ne şiddet bıçakla kesilmiş gibi sona erecektir, ne de sorun tamamen ortadan kalkacaktır.
O şiddet büyük ölçüde tırpalanacaktır ama, yine de köküne kibrit suyu ekilmeyecektir.
***
ÖYLE ve nitekim, devletle uzlaşma ertesinde İspanya’daki ETA’nın ve İrlanda’daki IRA’nın "azamiyetçiler" ürettiği ve onların da yeniden melánete başladığı somut örneklerdir.
Aynı şeyin PKK içinde de tekrarlanmayacağına dair ise hiçbir garanti yoktur. Olamaz.
Hem etnik hareketler irrasyonel boyut da içerdiğinden; hem de mikrokozmos nitelikli bu hareketler "desperados" türü bir "umutsuz ipini kopartmışlar" kitlesi barındırdığından, PKK samimiyetle ve yemin billah böyle bir garanti verse dahi, senet niyetine geçmez.
Dolayısıyla, rizikoyu bilelim ve dediğim gibi, kısa vadede hayalkırıklığı yaşamayalım
***
TAMAM da, böyle bir ihtimalin de mevcut olduğunu kafamıza yazmak ve gardımızı almak, "tarihi fırsat"ın kaçırılmasına bahane oluşturamaz. Asla ve asla oluşturulamaz!
Zira, çözüm parkurunda doğabilecek rizikolar, çeyrek yüzyıldır uygulanan ve derin yaralar açan "statüko siyasetleri"nin yanında mikroskopik değer taşır. Devede kulak kalır.
Çünkü, işte şiddetse şiddet; terörse terör; katliamsa katliam; acıysa acı; göçse göç ve müsriflikse müsriflik, Türk ve Kürt olarak adı konmamış bir iç savaş yaşadık ve yaşıyoruz.
Bu, daha ne kadar sürecek? Ne kadar sürebilir? Ne denli tahammül edilebilir?
Hangi riziko bundan daha berbat, daha tehlikeli, daha kanlı bir sonuca yol açabilir?
Tek bir tanesi ki, o da hiç şüphesiz ulus-devletimizin bölünmesi ihtimalidir!
***
OYSA bunu unutalım! Beynimizden silelim! Paranoyasından kurtulalım!
Her ulus-devlet gibi tabii ki bizim de cellada kelle uzatmayacağımız ve postu pahalı satacağımız zaten bir yana, dünya ve bölge konjonktürleri böyle bir şeye asla izin vermez.
Allah göstermesin, biz ayrılıyoruz desek, yedi cihan "hop dedik" diye çullanıverir.
Artı, kendimize artık güvenelim. O ulus-devletimiz çoktan oturaklaştığını görelim.
Üstelik bu öyle bir oturaklılıktır ki, tam telaffuz edilmese bile, çok haklı eleştirilerine rağmen Kürt yurttaşlarımızı da kapsayan bir "Türkiyelilik" kavramı bilinçaltına kazınmıştır.
Yani, kimlik aidiyeti bütün geri planıyla birlikte tescil edildiği takdirde, ezici çoğunluk olarak Kürtlerin o "Türkiyelilik"ten kopmak gibi bir talep, özlem ve hedefi mevcut değildir.
Nitekim, PKK’nın "tarihi fırsat"a yaklaşması da hem yukarıdaki uluslararası olguyu; hem de bilhassa, bu "kopmamak iradesi"ni ister istemez saptamasından kaynaklanmaktadır.
Statükonun yakınlaşmasını ise, anlayış melekesi pek yavaş işlese bile, aynı siyasetlerle hiçbir yere varılamayacağını nihayet kavramaya başlamasında aramak gerekmektedir.
Evet evet, "tarihi fırsat" virajı ufuktadır ve dönmemek gibi bir lüksümüz yoktur!