AÇIKLAMA: Bazı filmlerin başlangıcında, ‘burada anlatılanlar tamamen hayal mahsulü olup; kurgudaki şahıs, yer ve olayların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur’ anonsu yapılır.
Benim anlatacaklarım da öyle...
Kolayıma geldiği için birinci tekil şahsı kullandığıma bakmayın, bir kaç hafta boyunca yazacaklarımın tümü birden kendi tahayyül dünyamdan çıktı.
Tanya'nın hikayesini tefrika edecek olmamın nedenini ise, okuyucunun yaz boyunca daha ‘havai’ şeyler istediğini düşünen Batı gazetelerinin bu mevsimde böyle tefrikalar yayınlaması oluşturuyor. Açıkçası, onları taklid ediyorum.
İyi hatırlıyorum, bir cuma akşamıydı ve Anglo Sakson tabiriyle, hiç ‘mood’ umda değildim. Yani ne dışarıda sürtecek keyfim vardı, ne de varoluş korkumu bir an olsun unutabilmek için kadınlara dil dökecek ‘libidinal’ arzularım...
Antarktika'ya yelkenle yolculuk kitabını açıp ve çift dozlu uyku hapı alıp, erkenden zıbarmayı düşünüyordum.
Bu sırada telefon çaldı, baktım Mihran'mış (adı Mihran olsun)...
Canciğer arkadaşımdır ve haniyse, içtiğimiz su ayrı gitmez.
‘Hadi bir tek atalım’ diye tutturdu.
Vaziyetimi anlattım ama kerata, ‘ulan, bugün cuma... Sen mi Ermeni gelinisin, ben mi, nazlanıp durma. Başlarım babanın bıyığından’ diye öyle bir üsteledi ki, çaresiz, ben de onun babasının Arşak Palabıyıkyan bıyığına başlayarak önce duş yaptım, ardından da şöyle bir giyinip yola revan oldum.
* * *
BİZİMKİSİ, hafta sonu başlangıcının toy ve tanımadık müşterileriyle tıklım tıklım dolu tezgahta yine tanımadık bir hatunu baştan çıkartmaya çalışıyordu.
Neyse, ‘bre rezil, beni mostralık olarak mı buraya çağırdın’ diye fırçamı atıp kaknem hatunu zorla öteki tarafa sepetlettirdikten sonra, işte birinci kadeh ve her zamanki yarenlik... Yarenlik değil, hayat gailesi ve ağırlığı...
Fakat ben gerçekten ‘mood’umda değilim, çünkü ikinci kadehi dudağıma dahi değdiremiyorum. Sağı solu kolaçan etmek refleksi ise tamamen hak getire...
Bu arada, şeytan kulağına kurşun ama yaş kemale erdi prostat habercisi mi nedir, def-i hacet eylemek ihtiyacım doğdu ve yukarı kattaki tuvalete çıktım.
Rahatlamış olarak tekrar aşağı iniyordum ki, birden Tanya'yı gördüm.
* * *
BARIN dış kapısından, yanında on üç - on dört yaşlarında bir çocukla birlikte içeri giriyordu. Gözgöze geldik ve hafiften, şöyle bir tebessüm etti.
Simaya yabancı değilmişim intibaı uyandıysa da, nereden, hiç çıkartamadım.
Fakat andavallı gözükmemek için tabii ben de gülümsedim.
Tekrar Mihran'ın yanına gittim. Onlar da tezgahın ta öteki ucunda yer alan ve açı itibariyle karşımıza düşen köşeye zar zor sıkışır gibi oldular.
Arkadaşım yine bir şeyler anlatıyor ama, ben şimdi hep o tarafa bakıyorum.
Bir; yaklaşık kırk yaşlarındaki kadını hatırlamaya çalışıyorum.
Uzaktan seçebildiğim kadarıyla alagarson kesilmiş kısa sarı saçları var ve yüzü öyle beyaz ki, biraz morg masasına yatırılmış kadavra izlenimi uyandıyor.
Mesafeli, hatta itici bir yanı olduğunu söylemek dahi mümkün.
Hal ve oluş tarzı ve giyim stili itibariylese, benim ‘lacivert kadın’ diye tanımladığım ve erken uçakların bekleme salonlarında ‘Herald Tribune’ okuyanlarla özdeşleştirdiğim orta - üst sosyal kategoriye giriyor gibi geldi.
Bunların bütünü de onu hem gizemle, hem de garip bir caziyle donatıyor.
İki; yine uzaktan seçebildiğim kadarıyla, çocuk da esrarengiz.
Kız mı, erkek mi, tam çıkartamıyorum... Uzun kumral saçlarının altında çok efemine bir çehre taşıyor. Jest ve mimiklerinde de aynı efeminelik mevcut.
Ancak, tüvid ceket ve kadife pantolonla erkek gibi giyinmiş.
Her halükarda anne - çocuk oldukları kesin, yüz hatlarında birbirlerine son derece benziyorlar.
* * *
BEN bunları izlerken Mihran'ın birden konuşmayı kestiğini ve, ‘beyimize zahir kendi çocukları yetmiyor ki, galiba şimdi de çocuklu annelerle familya genişletmek hevesine kapıldı. Paşam, tam mercimeği fırına verecekken bana deminki hatunu sepetlettirdin ama sen de pür dikkat karşıyı kesmekten şaşıya döndün. Burada duvara mı laf yetiştiriyoruz be ! Ben yine o tarafa alabanda olup kaldığım yerden devam edeceğim, başının çaresine bak’ dediğini duydum.
İtiraz etmedim ve o, elinde bardak, kendi iskemlesine doğru dümen kırdı.
Ve benim de elimde yine bardak, sanki cuma akşamının bar kalabalığındaki yoğun dalga gövdemi kaçınılmaz biçimde sahile atıyormuşçasına, kadının ve çocuğunun bulunduğa yöne seyirttim.
* * *
TAMAMEN hayal mahsulü olan ve şahıs, yer ve olayların gerçekle hiçbir ilişkisinin bulunmadığı ‘Tanya’nın tefrikası'nda, ikinci bölüm haftaya...