Süryânisi Keldânisi; Nestûrisi Ermenisi; Kıptisi Marûnisi; artı kendi bünyelerinde Kâdimi, Ortodoksu, Katoliği derken, İsevî ilâhiyatı hatmetmemiş insan işin içinden çıkamaz. Aralarındaki ayrışmaların kökeni de çok eskilere, haniyse Nuh-u nebiye kadar uzanır. Ta Antakya, İznik ve Kadıköy konsillerinde ruhaniler Tehlis’in yorumu, Mesih’in niteliği veya Meryem’in niceliği konusunda saç saça, baş başa kavgaya tutuşmuşlardır. İşte o gün bugündür de Şark Hıristiyanlığı aynı mihrap etrafında birleşememiştir. Tamam da, bize ne?
TABİİ ki bize ne, çünkü işte Sünnisi, işte Şiisi, işte Şafiisi, işte Alevisi; sonra Hanefi, Vahabi, Evzai, Zahiri falan, İslam da yukarıdakinden çok farklı bir görünüm sunmuyor. Ama buna rağmen İslam dininin mensuplarını tek bir çatı altında tanımlıyoruz. Farklı tefsirleri, değişik ritüelleri, ayrı camileri vardır diye onları Müslüman addetmemek gibi bir gaflete düşmüyoruz. Dolayısıyla, Doğu Kiliselerinin bölünmüşlüğü ne o kiliselerden birine iman etmişlerin “kutsal”ını değiştirir, ne de onların ibadethaneden mahrum bırakılmasına zemin oluşturur. Fakat bu ne büyük zul ve bu ne affedilmez günahtır ki Türkiye’de oluşturuyor.
EVET Türkiye’de oluşturuyor, çünkü Süryanilerin İstanbul’da kilise açması yasaktır! Devlet Alevi köyüne dahi cami konduruyor ama, bütün gayr-ı Müslimlerin ibadethane ve vakıfları için olduğu gibi burada da yine binbir dereden su getiriyor ve binbir kulp takıyor. En eski İsevilerin şehirde iman ferahlığıyla istavroz çıkartacağı minbere izin vermiyor. Dolayısıyla da onlar bir sığıntı ve bir azınlık gibi ayin, vaftiz veya cenaze törenlerini başka Hıristiyan mezheplerin mabetlerinde gerçekleştirmek mecburiyetinde kalıyorlar. Oysa o yedi tepeli şehir ki, Mardin merkezli kadim halk anayurdundan göçmek zorunda bırakıldığı için Avrupa diasporasından sonra en yoğun Ârâmi nüfusu barındırıyor. İşin özü, aynı İstanbul’un Ermenileri, Rumları, Levantenleri yine metazori öz be öz vatanlarını terk ettiğinden; yani Ermeni, Ortodoks, Katolik kiliselerindeki Mesih tasvirleri oralardaki cemaat yokluğuna bakarak tekrar azap çarmıhında ağladığından, kentimizde gerçek anlamda cemaati olup da ibadethanesi olmayan tek Hıristiyan azınlığı Süryaniler oluşturuyor.
ŞU kesin, yakın tarihimizin sayfaları henüz tam açılmadı. Faturası da tam çıkartılmadı. Zira şu da kesin ki modern “Türkleşme” aslında coğrafyanın gayr-ı Müslimlerden arındırılarak, dini anlamda değil seküler anlamda “İslamlaştırılması”na tekabül etti. Ne 1915 “Tehcir”i, ne 1922 - 23 “Mübadele”si; ne 6-7 Eylül “Pogrom”u; ne de 1964 “Kararname”si yukarıdaki gerçekten soyutlanarak düşünülebilir. Zaten konumuz bağlamında da, Tur Abdin Kâdim Süryani Patrikliği’nin 1932 yılında Mardin’den kel alâka bir Şam’a taşınmak zorunda bırakılması aynı tarihi çerçeveye oturuyor. Ancak yine de kabul, ulus-devletin kurulma sürecini göz önüne alarak bütün bunları bir ölçüye kadar “normal” (!) addedelim ve anakronik eleştirilere fazla rağbet etmeyelim. Tamam da, bugün rüştünü ispat etmiş ve üstelik orta güce dönüşmüş bir ulus-devletiz. Bir daha hortlatmamak üzere travmayı mezara gömmenin zamanı çoktan geldi. Geçti. Fakat işte hâlâ Hıristiyan misyoner paranoyasıyla yaşıyoruz; işte hâlâ Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmıyoruz ve de işte hâlâ İstanbul Süryanilerine kilise yasaklıyoruz. Oysa Türkiye korkmadan şuna artık kesinkes iman et ki, zaten “b-e-n” olan Süryaniler secdede istavroz çıkartırken o “ben”e şükran duası eksik etmeyeceklerdir!