ESKİDEN Brüksel'de ikamet ettiğim ve hali vakti bir semtte bulunan dairem Ermeni kilisesine bitişti. Daha önce de orada, meskun olmayan bir konak vardı.
‘Doğuluların’ mevcudiyetiyle rahatlarının kaçmasından korkan küçük burjuva mahalle sakinleri,ibadethanenin inşasını önlemek için imza toplamışlardı.
Şık şıkıdım bir hanım benim de zilimi çaldı. Hemen yallah çektim. Şaşırdı.
‘Ama mösyö bunlar Ermeni, Türk olarak imzalamalısınız’ demeye yeltendi ki, o zaman kapıyı suratına çarptım. Ev sahibi araya girdi, yine avuç yaladılar.
Neyse, buldozer, grayder, temel, iskele derken, köhne konak kilise oldu.
Sonra, papaz efendi uzaktan geldiği için ayda ancak bir defa ayin-i ruhani ve Allah mutlu etsin, bazen düğün; Allah rahmet eylesin, bazen de cenaze...
* * *
MERAK kumkumasıyım ya, hep balkondan aşağıya bakıyorum. Eski ‘diaspora’nın çok azınlıkta kalan kaymak tabakası hariç, cemaat öz be öz bizim insanlarımız.
Kasketiyle önde yürüyen Artin Efendi'yi basmalı Seta Hanım geriden izliyor ki, bunlar Anadolu'nun bağrından çıkmışlardır. Zaten sırf Türkçe konuşuyorlar.
Gelin getiren otomobilde ise avaz avaz İbrahim Tatlıses çalıyor.
Bir de, ayin bahane ve maksat yarenlik... Yalap şalap istavroz çıkartan avluya tüyüp cigara sohbetine başlıyor. Bazen ben de inip lafa karışıyorum.
Ve farkettim ki, önemli kesim Ermeni değil... Bunlar Mardin civarının Süryanileri... Kiliseleri olmadığından Gregoryen ibadethanede buluşuyorlar.
‘Buluşmak’, bu kelimeye lütfen mim koyun, tekrar oraya geleceğim!
* * *
DÜNKÜ Milliyet'in Serpil Çevikcan imzalı haberinde okudum, Mardin ziyareti sırasında Süryani Metropoliti Samuel Aktar ile görüşen Cumhurbaşkanı Sezer Hıristiyan ruhbanın dileğini Ecevit'e aktararak, İstanbul'daki Süryaniler için kilise tahsis edilmesini istemiş. Başbakan da derhal olumlu cevap vermiş.
Cevabın en kısa zamanda fiiliyata geçmesini bütün kalbimle dileyerek, iki devlet adamını yine bütün kalbimle tebrik ederim. Türkiye'ye ancak bu yakışır.
Çünkü, Yeni Ahid'in dilini konuşan ve en eski İsevi kavim olan Süryaniler, ülkemizi pırıldatan o Karun zengini kültür hazinemizin göbeğinde yer alırlar.
Ancak, geçmişin bazı tatsız olayları, ‘düşük düzeyli savaş’ ve ekonomik zorluklar falan derken, Süryani yurttaşlarımızın ‘kahir ekseriyeti’ Mardin - Midyat yöresini terkederek ya yurtdışına gitti, ya da İstanbul'a göçtü.
Ve, ‘otorite’ ibadethane açılmasını binbir sudan gerekçeyle önlediğinden, onlar kendi öz vatanlarının metropolünde, Saray Arkası Sokak'taki bir Latin klisesine sığınmak ve buluşma yeri olarak burayı kullanmak zorunda kaldılar.
İşte yine aynı kelimeye geldim, ‘buluşmak’ !
* * *
‘BULUŞMAK’, zira bütün ‘azınlıklar’ mutlaka böyle bir ihtiyaç duyarlar.
Mabetler de o buluşmaya ‘randevu merkezi’ oluştururlar. Bu, Tokyo'daki Tatar camiinden Helsinki'deki diğer Tatar mescidine kadar her yerde böyledir.
Burada belirleyici olan şey ise sosyolojiktir. Tıpkı Brüksel'deki Ermeni klisesinde ayine katılmayan ama pazar günü ora avlusunda illa cigara içmeye gelen cemaat örneğindeki gibi, ibadethanenin işlevi imanın ötesine geçer.
Saray Arkası sokağın sığıntı kilisesindeki Süryani yurttaşlar belki pederin vaazını dinlerler ama esas olarak Mardin kebabından, Kapalıçarşı sarrafından, evlendirilecek Yakup'tan konuşurlar. Toplumsal dokuyu orada ayakta tutarlar.
Zaten, ecdad imparatorluğumuzun ‘millet’i ‘dini’ bazda tanımlaması da o dinin içerdiği ‘dünyevi’, dolayısıyla laik işlevsellikten kaynaklanmıştır.
Ben tekrar, İstanbul'da yaşayan Süryani kökenden insanlarımıza, onların kendi vatanlarında artık ‘sığıntı’ olmayacağı bir klisenin derhal tahsis veya inşa edilmesini diliyor; dinlere saygılı şehrimiz ahalisinin ise asla Brüksel' in bencil küçük burjuvaları gibi ‘karşı imza’ toplamayacağını biliyorum...