Paylaş
Üstelik bu ihtimal Türkiye’nin iradesi dışında gerçekleşse dahi yine de mırın, kırın!
BUNLARI söyledim ama Halep oradaysa arşiv buradadır, sivil demokrasiyi ve insan haklarını tek kıstas belleyen bu satırlar yazarı çeyrek asırdır Esad hanedanına lânet yağdırıyor.
Hatta öyle ki, ebedi bir anti-emperyalizm kompleksinden muzdarip olan ve o sıra laikçi-dinci bir karma oluşturan “ulusalcı” koalisyon Baas rejiminin dehşetine tınmadan Suriye tavafına gittiğinde onları ti’ye almış ve bunu hangi vicdana sığınıyorsunuz diye sormuştum.
Dolayısıyla dün olduğu gibi bugün de, pederinin izini süren ve kıyam üstüne kıyam düzenleyen Beşar Esad oligarşisine karşı ancak kin besliyorum ki, kalbim asiler için çarpıyor.
ÖTE yandan o asileri ABD’nin kışkırttığı ve aslında İran’ın hedeflendiği türünden son komplo teorileri de sonsuz komik kaçıyor. Yukarıdaki kompleksin vahameti arşa varıyor.
Eh göz var, izan var! Artı, politik ve sosyolojik gerçeklerin inatçılığı var!
İnsaf, “Arap baharını” Tunus’ta başlatan seyyar satıcıyı da emperyalizm mi yaktı?
Pes, Washington’dan Paris ve Londra’ya, istikrarsızlık yaratacak bir iktidar değişikliği yerine Batılı başkentlerin Şam’a daima reform talebi iletmesi yalancıktan senaryo mu kaldı?
Dolayısıyla Ankara’ya taşeronluk biçildiği yönündeki mavallara gülüp geçelim fakat yine de Türkiye’nin niçin Suriye’ye karşı “öncü” olmaması gerektiği konusuna dönelim.
ÇÜNKÜ her şeyden önce Araplar Araptır ve Türkler Türktür! Şunu demek istiyorum:
İç bünyede kanlı bıçaklı olsa bile Arabî coğrafya belirli bir “ruhi yekparelik” arzeder.
Devletleri de, bireyleri de manevi bir bütünlük hissettikleri içindir ki, düşmanlarına karşı dahi olsa üçüncü bir taraf devreye girdiğinde “kavmiyet ortaklığı” ön plana çıkar.
Üstelik bu ortaklığının Arap milliyetçiliğine dönüşmesinde “anti-Osmanlı”, yani aslında imparatorlukta hâkim unsur olduğu için “anti-Türk” dürtü tayin edicilik taşımıştır.
Nitekim de kolektif hafızada o milliyetçiliğin kökeni 1. Meşrutiyet’te Suriye mebusu olan ve adem-i merkeziyetçilik isteyen Abdürrahim Bedran ve Halil Ganem beylere uzanır.
Oradan Dersaadet’e isyan etmiş Hüseynî’lere çıkar. 2. Meşrutiyet İttihatçısı Cemal Paşa’nın 1916 yılında ve yine Suriye başkentinde astırdığı “on şehid”le de zirveye ulaşır.
Başka bir deyişle söylersek Araplar kendi modern kimliklerini en önce, zaten geçmişte “memlûk” yani askeri köle addettikleri Türk bir “öteki” ekseninde belirlemişlerdir.
Kaldı ki işte saydım, Mısırla birlikte Arabî intelligentsianın beşiğini olan ve Lübnan’la birlikte düşünülmesi gereken aynı Suriye yukarıdaki milliyetçilikte motor rol oynamıştır.
İMDİİ, velev ki genel olarak Türkiye, özel olarak da Başbakan hanidir Arap kitleler tarafından baş tacı ediliyor olsun, Ankara’nın Esad rejimine ilk silleyi indirmesi durumunda aynı kitlelerin derhal yukarıdaki “kavmiyet ortaklığını” hatırlaması bir an meselesi olacaktır.
Şam’dan nefret etseler bile Arabî başkentler de bu tepkiselliği es geçemeyeceklerdir.
Artı, yeni ve kendine bağımlı bir orta sınıf yaratmış olan Beşir Esat oligarşisinin Hıristiyan ve Alevi unsurlara dayanması, daha artı Şii İran’ın çok yakın planda durması, AK Parti’nin “İslami” etiketinden dolayı bir “Sünni dayanışması” olarak lanse edilecektir.
Rusya ve Çin’in “müdahil durumu” henüz benimsemediği ise açıktır.
O halde bir defa tekrarlayayım, “ulusalcılar” gibi Şam’daki kanlı diktatöre tapındığım veya “ABD taşeronu” etiketini yemekten korktuğum için falan değil, Türkiye’nin çıkarlarını hesapladığımdan bu aşamada Suriye’ye karşı acul davranılmaması gerektiğini savunuyorum.
Paylaş