MODERN jeo-stratejinin ilk kuramcısı addedilen ve "eksen saha" diye tercüme edebileceğimiz "heartland" kavramını lûgate sokan Sir Halford Mackinder, 20’nci yüzyıl başındaki siyasi haritadan yola çıkarak, Rusya’yı bu "heartland"ın tá kendisi olarak zikreder.
İngiliz teorisyen, coğrafi devasalığından dolayı, Baltık’tan Pasifik’e ve Kutup’tan Pamir’e uzanan muazzam Avrasya yekpareliğinin "yenilemezliğini" vurgular.
Dolayısıyla da, Londra’ya esas rakip gücün Çarlık başkenti olduğunu kaydeder.
***
SONRA, 1917 Bolşevik darbesiyle Kremlin’deki rejim değişir ama, aynı "Mackinder ekolü"ne mensubiyetini sürdüren, fakat bu defa Alman bir jeo-stratejist olan Karl Haushofer, Rusya’yı yine "yenilmez temel kuvvet" addeden diğer bir teori geliştirir.
Şu farkla ki, Haushofer, "Cermen etki alanı" diye adlandırdığı ve Berlin’in merkez olacağı yeni Avrupa gücünün mutlaka Moskova’yla ittifak kurması gerektiği tezini savunur.
Nitekim, aşırı Alman milliyetçiliğine rağmen bu "rusofil"liğinden dolayıdır ki, 1941 yazında Stalin’e karşı taaruza geçen Hitler’le bozuşur ve hayatı Nazi kampında son bulur.
***
ÖTE yandan, muharebe teknolojisinin gelişimine paralel olaran "eksen saha"nın artık ikincilleştiğini vurgulayan ilk teorisyen, bu defa modern ABD jeo-stratejisinin babası sayılan Nicholas Spykman’dır.
Spykman, küresel denetimin yukarıdaki "yenilmez" Rusya "heartland"ından değil, "rimbland" diye tanımladığı, sahillere bitişik "ara bölgeler"den geçtiği tezini işler.
Söz konusu yeni yaklaşım da, yine Amerikalı ünlü politolog George Kenman tarafından, kitabi teoriden siyasi pratiğe dönüştürülmüştür.
O Kenman ki, önce, Soğuk Savaş boyunca aynı Rusya’yı frenlemek için Washington tarafından uygulanan "containment", yani "göğüsleme" stratejisinin mimarı olmuştur.
Sonra da, "heartland"ın genişleyememesi durumunda, iç bünyedeki çelişkilerin yaratacağı dinamikten dolayı, SSCB’nin kaçınılmaz olarak çözüleceğini öngörmüştür.
Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 dönemeci de bunu zaten fiilen ispatlamıştır.
İmdii?..
***
İMDİSİ şu ki, eğer yukarıda uzun uzadıya jeo-stratejiden bahsettiysem, bunun nedenini, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önceki gün başlayan Rusya ziyareti oluşturdu.
Çünkü hiç şüphesiz, Gül’ün resmi Çankaya temsilcisi sıfatıyla ilk kez gerçekleştirdiği bu dört günlük ziyaret stratejik bir çerçeveye oturuyor. Hafta nihayetinde de ispatlanacak.
Ve, söz konusu "stratejik olgu" sırf Ankara-Moskova; yani yukarıdaki terminolojiyi kullanırsak, "heartland" bir Rusya’yla, "rimbland" birTürkiye arasındaki ilişkilerinin tá Osmanlı ve Çarlık dönemlerinden beri zaten hep bu boyutu taşımış olmasıyla sınırlı kalmıyor.
Aynı zamanda, bizzat o "heartland"ın şimdilerde genel bir hamleye kalkışmasından; en azından, kalkışmak azmini beyan etmesinden kaynaklanıyor.
Zira, Kafkas’tan işe koyulan Putin-Medvedev ikilisinin, eski "arka bahçeyi" tekrar denetlemek için, artık Orta Asya coğrafyasında da "atağa geçtiği" göz çıkartıyor.
Nitekim, Türki bölge ülkelerini kapsayan askeri paktın "canlandırılması" girişimine paralel olarak, Kırgızistan’ın Kremlin’den iki milyar dolar "kopartır kopartmaz" Manas’taki ABD üssünü kapatmak kararı alması, tabii ki bir tesadüf oluşturmuyor.
Başka bir deyişle, "eksen saha" Rusya, Sir Mackinder’in 20’nci yüzyıl başındaki teorisini yeniden hayata geçirmek için, jeo-stratejik atılımlar gerçekleştirmeye çalışıyor.
Bunun hayata geçip geçmemek ihtimalini, hem Cumhurbaşkanı’nın ziyaret sonuçlarını değerlendirerek, hem de Ankara-Moskova ilişkileri tabloya katarak, Salı günü işleyeceğim.