MALÛM, başımıza "Rusofil" kesilen ve ülkemizi Moskova eksenli ve tamamen hayali bir "Avrasya" stepinde gırtlağına kadar balçığa gömmek isteyen bugünkü "ulusalcılar", bir de milliyetçilikten dem vuruyorlar.
Aslında onların klasik Türk milliyetçiliğiyle hiçbir ilgisi yok ama, madem öyle, o halde konuyu deşmeye bu milliyetçiliğinin sözkonusu Rusya’yla olan ilişkisinden başlayalım.
***
EVET, biri Rusya, biri Rumeli olmak üzere, Türk modernleşmesinin iki ayağı vardır.
Çok milletli imparatorluktan yekpare ulus-devlete geçiş arayışlarımıza, hemen hemen hepsinin kökeni Tuna ve Volga kıyılarına uzanan münevverler öncülük etmiştir.
Üstelik, Moskofya periferisinden gelenler, Balkan coğrafyasındakilerine oranla eli daha bir kalem tutan aydınlardan oluşmuştur. Gradoları yüksek ve birikimleri dolgundur.
Diyebiliriz ki, ikinciler pratik, birinciler ise teorik yanı ön plana çıkartmışlardır.
Ve, bu gelişme tarihi süreçte gayet doğaldır.
***
DOĞALDIR, çünkü yukarıdaki Rumeli son tahlilde, ora kavimlerinin kendi milliyetçiliklerini "çeta" veya "hayduk"lar aracılığıyla fiilen hayata geçirmeye çalıştığı bir "sıcak alan" olmakla sınırlı kalıyordu. Başka bir deyişle, kilise dışında bir kuramcılık yoktu.
Nitekim, Bulgar, Sırp, háttá Helen ulusçuluğunda aman aman bir teorisyene rastlanmaz.
Fakat buna karşılık, genel bir "münevver kesim"i tanımlayan ve tamamen Rusçaya has bir deyim oluşturan "intelligentsia" kavramının dahi anavatanı olan Çarlık, Büyük Petro’nun "ışıltılı despot" reformlarından beri, çok ciddi bir düşünce geleneğine sahip olmuştur.
Sen Petersburg başkentli İmparatorluk bütün bir 19. yüzyıl boyunca ve 20. asır başında, laik bir "fikriyatlar aşuresi"ni kaynatmıştır ki, Batı’ya bile nám salmıştır.
***
İŞTE bu yüzden, sonradan muhafazakarlaşsa bile Çerkez Mizancı Murat’ıda listeye dahil ettiğimiz takdirde, başta Kırım Tatarı İsmail Gaspıralı, Azeri Ahmet Agayef ve Kazan Tatarı Yusuf Akçura beyler olmak üzere, Ziya Gökalp bir sentez oluşturana dek, Türk modernleşmesini etkilemiş olan belli başlı aydınların hemen hepsi Rus periferisine mensuptur.
Onlar gerek Batı düşüncesiyle nispeten çabuk tanıştıklarından; gerek yukarıdaki "intelligentsia"nın sekülarist ve modernist açılımıyla yoğrulduklarından; gerekse aidiyetini taşıdıkları Türk-İslam kavimlerin Slav hakimiyeti altında olmasını isyan ettiklerinden, haklı olarak "kıble" addettikleri Dersaadet’teki yenileşmeye de damga vurmuşlardır.
***
ANCAK, sözkonusu atılım çağdaşlaşma düşüncesi şırıngaladı ama aynı zamanda da, Türk milliyetçiliğini káh açıkça telaffuz edilen, káh edilmeyen bir "etnik dürtü"yledonattı.
Burada bilhassa, yukarıdaki Akçuralı Yusuf Bey’in 1905’de yayınladığı ve çeşitli alternatifler arasında "pan-Türkçülük"ü önerdiği "Üç Tarz-ı Siyaset" belirleyici rol taşır.
Tamam, ’nedámet getirdi dememek’ için özeleştiri yaptı diyeyim ve aynı Akçuralı’nın önce 1917’de, ardından da 1928’de eski fikirlerinin yanlışlığını vurguladığını ekleyeyim ama, yine şu bir gerçek ki, onun belki istemeden attığı maya tuttu.
Söz konusu "etnik dürtü", fazla sivri "Turancı" aşırılığı törpülendikten sonra, Cumhuriyet İdeolojisi’ne dahi ciddi ölçüde damga vardı.
***
O halde, şimdilerde hem Rusçu kesilen, hem de rezil ırkçılığı "Kürt bakkala gitme" veya "Yahudiler ve Ermeniler giremez, köpekler girebilir" raddesine vardıran bugünkü "ulusalcılar"ın ideolojik kökenini, yukarıdaki milliyetçiliğe mi bağlamak gerekiyor?
Hayır, büyük ölçüde hayır ki, bunun nedenlerine yarın geleceğim.