Paylaş
Nitekim, Türklerin “en büyük tehdit” algılamasında ABD ilk sırada yer alıyormuş.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi dört metropol şehirde yaptırttığı son kamuoyu taraması işte bu sonuçla noktalanmış.
Oran yüzde yirmi beş küsurata ulaşıyor ki, yuvarlak hesap yüzde yirmi altı diyelim.
* * *
ANCAAK, peki aynı Türkler, “eğer savaş, iç çatışma, doğal afet gibi büyük bir sorunla karşılaşsak en çok hangi ülke yardım eder” sorusuna hangi cevabı veriyormuş?
Sıkı durun, yanıt yine ABD oluyormuş ve oran da yukarıdakiyle tıpatıp eşleşiyormuş.
* * *
İMDİİ, “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” deyimi ne yazar, böylesine paradoksal bir kafa karışıklığından; böylesine vahim bir ruhi arazdan; böylesine zıt bir çelişkiden sonra, aşağıdaki üçüncü soruya getirilen cevabı “anlayışla” karşılamak daha bir kolaylaşıyor.
O da şu ki, aynı sondaja göre, “Türkiye’yi parçalamak için çok sayıda devletin planlar yaptığını düşünüyor musunuz” sorusuna “evet” diyenler yüzde elli beşe ulaşıyor.
Eh, atmış yıldır göbek bağını taşıdığınız bir ülkeyi hem “en büyük tehdit”, hem “en büyük yardımcı” algılayan bir zihin kaosu yaşıyorsanız, yedi düvelin size karşı kumpas düzenlediğine dair komplo teorilerine iman etmenizi de haydi haydi doğal karşılamak gerekir.
Ancak yine de hakkını yemeyelim. Yuukarıdaki oran 2005 yılında yüzde yetmiş ikiye kadar çıkmış olduğuna göre, şimdiki on üç puanlık düşüşü öpüp öpüp başımıza koyalım.
Ama tabii, dün değindiğim ve hem “Kürt meselesi”ni, hem de dolaylı yönden “PKK meselesini” doğurmuş olan ve bir asra yakın bir süredir e-s-a-s s-o-r-u-n’u oluşturan “Türk meselesi” hakkında uzun uzun düşünmeyi bu sondaj sonrasında daha da derinden sürdürelim.
* * *
EVET, yukarıdaki kamuoyu taramasına getirilen cevaplar, aslında söz konusu “Türk meselesi”ni bütün açıklığıyla, bütün şeffaflığıyla ve bütün netliğiyle orta koymaya yetiyor.
Zira, dost-düşman kavramını karıştıran ve her halükarda, “öteki”nin benim “ben” ime karşı hasmanelik güttüğüne inanan bir mantık, gerçekten çok ciddi bir mesele oluşturuyor.
Öyle az buz değil, sosyal psikoloji kliniğinde tedaviye muhtaç bir vahamet arzediyor.
* * *
O halde ilkin şunu saptayalım: Bu psikoz kolektif bilinçaltını belirlediği müddetçe, “Kürt meselesi” konusunda adım atmak gayet zor bir iştir. Cesaret ve dirayet gerektirir.
Eğer ülke çoğunluğu hiç aralıksız tekrarlanmış Kürt isyanlarının dış güçler tarafından yönlendirildiğine inanmaya ve “bizi parçalamak için çok sayıda devletin planlar yaptığını düşünüyor musunuz” sorusuna “evet” cevabı vermeye hâlâ devam ediyorsa, akıntıya göğüs germek ve gerçeği dobra dobra haykırarak “hayır” diyebilmek, her babayiğitin harcı değildir.
Zaten derhal komplosu üretildiği gibi, şimdi de “Obama dayatması” keşfedilecektir.
Öte yandan, açılım gerçekleştiği takdirde de tedavi etkisi uzun süre palyatif kalacaktır.
Yukarıdaki “esas sorun”u, yani “Türk meselesi”ni çabucak çözümleyemez.
Çünkü, söz konusu “Türk meselesi”nin kökeni “öteki” korkusuna uzanmaktadır.
Oysa bu korkuyu yenmek ancak kendi “ben”ini yeniden tanımlamakla mümkündür.
Böyle bir cesaretle donanmak için de “şok” tan sonra epey müddet geçmesi gerekir.
* * *
FAKAT, zaten bütün kalbimizle bunu ümit ve temenni ediyoruz, otuz yıllık savaşı bitirecek bir çözüme ulaşabiliriz. Sondaj cevaplarına rağmen inatçı gerçek o yönü gösteriyor.
Ve, “Kürt sorunu”ndaki bu fırsat, kısa vadede tam halledemese bile, “Türk sorunu”nun sancılarını en azından hafifletecek yegâne “ilaç”tır ki, cumartesi günü değineceğim.
Paylaş