BEN çok cigara içerim. Çok ne kelime, fosur fosur, baca baca, egzos egzos içerim. Yazmak sancılarımın tutmadığı hafta sonları hariç, eh, günde iki paket ehven sayılır.
Gözümün çapağıyla kalktım ki, ilkin kendimi züğürt tesellisiyle kandırmaya çalışıyorum.Yani, "c" vitamini bombası olduğunu öğrenmişliğim var ya, dünyanın öteki ucundan gelip artık buralarda da sıradanlık kazanan şu kivi meyvasından yiyorum. Zoraki yutuyorum.
Sonra sokağa fırlıyorum ve, hey garson ilk kahveyi getir! Ve, hey ecel, ilk nefesi çek!
Bu zıkkıma çocuk yaşta alıştığım için de, haniyse kırk yıldır aynısıyla devam ediyor. Benimkisi bile bile ládes, her an sekte-i kalp ve ciğer kanseri ürpertisiyle yaşıyorum. Ama yine de, ele güne karşı "milliyetçilik" (!) ispatladığım tek nokta her halde budur.
Çünkü malûm, Frenkler hád safhadaki tiryakileri "Türk gibi" deyimiyle tanımlarlar.
* * *
TÜRK gibi veya değil, her gerçek tiryáki gibi tabii ki benim de cigara ritüellerim var. Bir kere, işte görüyorsunuz, asla "sigara" demem. Daima ve daima "cigara" derim.
Anneannemden büyükbabama, hep bu kelimenin kullanıldığı bir ortamda büyüdüm.
Nitekim, "Reji" tütünlerinin teneke kutusunda da Fransızcaya ek olarak öyle yazardı.
Artı, dile revá gördüğü soykırım dank ettiğinde ben de Orhan Veli’nin "Drink Galata / Soğan salata / Nurullah Ata" tekerlemesiyle alaya aldım ama, çıraklığımı etkilemiş olan Nurullah Ataç’ın "Yeni Harman" pakedine "sarı cigara" demesini "şairáne" bulurdum. Zaten, pek bir nadiren ve çok gizli olsa dahi, ondan da tüttürmüşlüğüm vardır.
* * *
EVET, ender ve gizli, zira bırakın o ekábir "sarı cigara"yı, "cinnet yıllarım"da "Birinci"yi aşan bir cigara içmek, "halkın kaderini paylaşmayan burjuva" suçuna girerdi.
Çaresiz, ben burjuva kaderimi halkımızınproleter kaderine teslim ettim. Ciğerlerimin makûs kaderi ise içinden ya fasulye çöpü, ya da osuruk otu çıkan saman kağıdına talim etti.
Neyse neyse, "Üçüncü"ye veya "Asker"e düşmediğime de bin şükür!
Sonra, yirmi yedi veya yirmi sekiz yıldır hep aynı asil İngiliz markayı kullanıyorum ki, zaten bu süre de "cinnet yılları"ndan "dönekliğe" terfi ettiğim döneme denk geliyor.
* * *
CİGARA ritüellerimin diğer iki noktasını ise yakmak ve söndürmek fiileri oluşturur. Kibritten nefret ederim. Kükürt kokusu tütündeki tadın da, ráyihanın da canına okur.
Biliyorum, bazıları, benim yine "döneklik"e terfi ettikten sonra aralıksız kullandığım ve fetiş addettiğim "Zippo" çakmak için de aynı şeyi, ama bu kez benzin için söyleyecektir.
Yanlış! Eğer cimri davranmaz ve o benzini garajdan değil de halis orjinal bidondan doldurur; sonra kasten iki - üç defa boşa yakıp fazlasını atarsanız, koku moku kalmaz.
* * *
ÖTE yandan, yine aynı koku bab’ında, mikroskopik kül tablalarından kaçarım.
İlk cigarayla dolar. Hemen de leş gibi koku saçar. Kalk, yıka, tekrar getir, angarya! Tabla dediğin şöyle kállávi cinsinden olmalı ve de bir parmak suyla doldurulmalı.
Cız, bastırdığınız an söner. Bana öğürtü veren izmarit kokusu da etrafa yayılmaz. Artı, o "Türk gibi" tiryakiliğime ve oğlumun da benle aşık atmasına rağmen, evime tütün sinmez. Dışarıda kar bora, odaların biraz dumanlandığını farkettiği an, pencereler fora!
Kabul, şu zıkkımı içiyorum ama bunun bile bir adábı var, is ve kurum içmiyorum.
* * *
ANLADINIZ, satırlarım ilhamını, her yana tütün yasağı getiren yasa tasarısından aldı.
Kul bir parya olarak artık çişe dahi cigarayla gidemeyeceğim bir yana, hakkında virgül karalamak bile gelecekte suç sayılır korkusuyla, tedbirli davranıp şimdiden bu yazıyı yazdım.
Zahir sonuncusudur ki, tá mereti bıraktığımı müjdeleyebileceğim bir mucize gerçekleşe!