Eh anladık adı eşek ama, erimez karların arasında taze ot bulmak sevdasına kapılıp ve sıpasını yanına katıp anıra anıra buzul çağı Avrupa’larına çıkacak kadar da "eşek" değil!
Kara kıtada kaldı ve neden sonradır ki, insanoğlu tarafından uzak çayırlara güdüldü. Üstelik, geçtim Kadim Mısırlıların beş bin yıl önce evcilleştirdiği eşeği, söz konusu Afrika başka birileri için de başka bir anavatan değil midir?
Hayır, eşeklik raddesinde işin tadını kaçıracak değilim. Yani, iki pazardır yaptığım gibi, "üçüncü eşeknáme"de de láfı yine ağzımda gevelemeye kalkışamayacağım.
Bu defa konuya balıklama dalıyorum ve neden merkeplere dair yazmak ihtiyacı hissettiğimi hemen açıklıyorum.
Ancak, esas püf noktasına gelebilmek için yine de biraz ayrıntıya girmem gerekecek.
Efendim, geçen pazar kısaca sözünü ettiğim gibi, Kahire’nin 450 km güneyinde gerçekleştirilen bir kazıda arkeologlar, kolektif mezarda yatan otuz-kırk civarında eşek iskeleti bulmuş.
Hani bilgiç lügatte "nekropol" denilen toplu mezarlar vardır ya, işte onlardan birisinde ve insan mumyalarıyla birlikte, nalları dikmiş vaziyette nöbet bekliyorlarmış.
Tabii, Kadim Mısır ádetleri uyarınca bu dört ayaklıların o mumyalı efendilere ait olduğu tahmin ediliyor.
Anlaşılan, söz konusu efendiler Hakk’ın; pardon pardon, ölüm tanrısı Sokaris’in demek istemiştim; işte onun rahmetine kavuşunca, merhum sahipleri öbür tarafta da, burada alıştıkları anırtıdan mahrum kalmasınlar diye, hayvancıkların kellesi kopsi kefali yapılmış.
Dolayısıyla da, yine bilgiç lügatte "ejiptolog" denilen Eski Mısır uzmanları, aynı "nekropol"deki insan mumyalarının piramit türü dev yapıların inşasına katılmış kalfalardan, ustalardan, marangozlardan, hatta belki mimarlardan oluştuğunu tahmin ediliyorlar.
MERHAMETSİZ EFENDİLER
Nitekim, toplu mezardaki dört ayaklıların gövde anatomisi itilip kakılmaktan; küfe taşımaktan; yük çekmekten öylesine ağır deformasyonlara uğramış ki, bütün bu sakatlıklarla aslında merhametsiz efendilerin mesleği doğrulanmış oluyor. Artı, karakaçanların çok ağır işlerde ve çok zor şartlarda çalıştırıldığına delil sayılıyor.
Zaten ortada, eğer bir nebzecik kıymeti bilinseydi, o paha biçilmez kediler, köpekler, çakallar gibi binbir itinayla mumyalanır ve de mezara kefensiz, semersiz bırakılmazdı.
Şüphe yok, demek biçare eşekçiğin nalı daha Firavunlar zamanında dama atılmıştı.
Neyse, şimdi son bir rahmet işine gelelim ve bu tatsız mezar defterini kapatalım.
Ancak, söz konusu Mısırlılar sonsuz sayıda iláha tapındığından ve benim beş paralık "ejiptoloji" dağarcığım da bunlardan hangisinin "eşek tanrısı" olduğunu bilmeye yetmediğinden, nekropoldeki zavallıcıklar için kimden mağfiret dileyeceğimi kestiremiyorum.
Her kimse, işte ondan diliyorum ve nokta!
Bu arada, söz konusu eşeklerin yaşını saptamak için karbon testi de yapılmış.
Tabii, küçük ve sevimli sıpacıkların ana rahminden çıkıp o anadan ilk sütü emdikleri kesin tarih saptanamıyor. Ama, aşağı yukarı beş bin yıl önce yaşadıkları anlaşılmış.
Dolayısıyla da, "atgiller" familyasına mensup "ádi hayvan"ın (!) en az o tarihten beri ehlileştirilmiş olduğu kesinlik kazanmış.
Aslına bakarsanız da, bunda şaşılacak hiçbir şey yok!
Yok, çünkü daha birinci sınıf tarih kitaplarından itibaren ilk yerleşik uygarlıkların ve ilk tarım toplumlarının Nil-Dicle-Fırat eksenli coğrafyada doğduklarını öğrenmedik mi?
Sonraki bütün araştırmalar da hep aynı hipotezi doğrulamadı mı?
O halde, onların mensuplarının da, son tahlilde bir yük ve çalışma hayvanı olan eşeği ehlileştirmesi kadar normal ve sıradan bir şey düşünülebilir mi?
İlk merkebin üzerine her halde ne Grekler, ne Vikingler, ne de Keltler bindi!
Onların diyarına çok, çok sonraları ulaştı.
Hatta çok muhtemelen, İskandinavlar ilk eşeği hayvanat bahçesinde gördü.
Nitekim, İsa’nın merkebi dahil Ortadoğu çıkışlı ve Akdeniz havzalı bütün dinlerde ve efsanelerde bu hayvanın adı sayısız defa geçer.
ANAVATANI AFRİKA
Ama Avrupa’da, Cervantes romanındaki Sanço Pança’nın bindiği ve İspanya’ya yine Araplar tarafından getirilmiş "Bozoğlan"dan; hadi bilemediniz, son dönem Ortaçağ filozofu Buridanus’un paradoksal eşeğinden öncesine hemen hiç rastlanmaz. Zaten nasıl rastlansın ki?
Afrika zebrasıyla ilişkisi olduğuna ve bütün anatomisi sıcak-yarı sıcak iklim özellikleri yansıttığına göre hayvancağızın tabii ki kemiklerini ısıtmaya ihtiyacı vardı.
Eh anladık adı eşek ama, erimez karların arasında taze ot bulmak sevdasına kapılıp ve sıpasını yanına katıp anıra anıra buzul çağı Avrupa’larına çıkacak kadar da "eşek" değil!
Kara kıtada kaldı ve neden sonradır ki, insanoğlu tarafından uzak çayırlara güdüldü. Üstelik, geçtim Kadim Mısırlıların beş bin yıl önce evcilleştirdiği eşeği, söz konusu Afrika başka birileri için de başka bir a-n-a-v-a-t-a-n değil midir?
Yani, bizzat o eşeği ehlileştirmiş o i-n-s-a-n-o-ğ-l-u’nun da doğduğu yer değil midir?
Başka bir deyişle, "hazret-i maymun"un ilk kez iki ayağı üzerinde şöyle yarım aksak doğrulup, "hazret-i Adem"e doğru baktığı ufkun kıtası değil midir?
Biliyorum, biliyorum, buradan itibaren çok çetrefil ve çok hassas konulara değinmek rizikosu devreye giriyor.
Hatta aslına bakarsanız, yukarıdaki tek cümleyle o rizikoyu baştan kabullenmiş oldum.
Ama zaten, her üç "eşeknáme"yi de satırları buraya getirmek için yazdım.
Ancak dediğim gibi, sorun hayvanı kimin, nasıl, niçin ehlileştirdiği meselesiyle asla karşılaştırılamayacak ölçüde netámeli olduğundan ve bunu enine boyuna işlemek de mutlaka bir "insannáme" gerektirdiğinden, devamını gelecek pazara bırakıyorum.