Paylaş
Macera ruhumdan olacak, sanırım ki çocukluğumdan itibaren ve tekrar tekrar okuduğum sayfaların en başında Jack London'un ‘Altına Hücum’ kitabı gelir.
Yapıt tıpkı Charlie Chaplin'in aynı adla çevirdiği film gibi, sarı madenin 1897 yılında Alaska'da bulunmasından sonra bölgeye akan serüvencileri anlatır.
London bu arada da, bir röportaj üstadı uslubuyla, altının toprak ve çakıldan nasıl ayrıştırıldığına dair ayrıntılı bilgi verir.
Kazma, kürek ve kevgir, Alaska cazibesini bizzat yaşamış dev edebiyatçı diğer dördüncü bir mekanik aletten veya kimyevi maddeden söz etmez.
* * *
MADEN mühendisliğine ilişkin cehaletimi bağışlayın, eğer Bergama'da o meşhur fırtına kopmamış olsaydı, altın arıtılırken siyanürün de kullanıldığını hiç bilmeyecek ve yukarıdaki kitabın küçük dağarcığıyla sınırlı kalacaktım.
Ne zaman ki Türkiye çevrecileri bölgede maden işleten bir yabancı şirketin ölümcül maddeyle operasyon yapmasına karşı kampanya başlattı, öğrendim ki, meğer hanidir kimyevi asit de devreye girmekteymiş. Hem şaşırdım, hem ürktüm !
Ürktüm, çünkü şaka değil siyanür bu, küçücük bir miktarla bile inanılmaz sayıda canlı zehirleyebildiğini hiç olmassa casusluk filmlerinde görmüştüm.
Fakat, çevrecilerin kampanyası ve şirketin onlara karşı kampanyası derken, tüm endişeme rağmen o vakit konu hakkında yazmaktan çekindim.
Zira, ben hem dolduruşa gelip yalap şalap bilgilerle ahkam kesmeyi sevmem; hem de ne kadar sempati duyarsam duyayım, ‘yeşil naifliğe’ ihtiyatla bakarım.
Ama bugün iş değişti ve siyanür konusuna mutlaka dikkati çekmem gerekiyor.
* * *
GEREKİYOR, çünkü işte Tuna tükendi, tükeniyor ! Bitti, bitiyor !
O efsane nehir ki, ecdadımız bir yakasından diğer kıyısına ‘bir yaz günü, çocuklar gibi şen’ ve ‘ak tolgalı beylerbey’ komutasında geçmiştir; o mübarek ırmak ki, Dobruca ağzında oltaya gelen sayısız balığın çetelesini çıkartırken, bereketinden dolayı Evliya Çelebi'nin hayır duasını almıştır, o Tuna ölüyor !
Romanya'nın bilmem ne altın madeninde kullanılan siyanür barajı aşıp suya karıştığı için Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan; sazan, yayın, levrek; martı, karabatak, ördek; ülkeleriyle, balıklarıyla ve kuşlarıyla bütün bir coğrafyanın bütün bir ekolojik sistemi mahv-ı perişan oluyor. Ve, oldu bile...
Ekranda gördünüz, organizmasına zehir karışan tüm canlıların leşleri nehir sathında yüzüyor ve onlardan beslenen diğerlerini de aynı akıbet bekliyor.
Neymiş, orada kanun elastiki ya, kolay para kazanmak için Romanya'ya demir atmış bir Avustralya firmasının kullandığı siyanür ‘istinai kazaya’ yol açmış.
Üstelik, özrü kabahatinden büyük, aynı firma şimdi kendini savunurken ‘vallahi Rumen standartlarına harfiyen riayet ettim’ diye yemin ediyor.
* * *
UZMANI değilim ama belli ki bu işte bir çifte standart mevcut. Sanmıyorum ki aynı kimyevi madde aynı şekilde Avustralya'da da kullanılabilsin. Sıkar !
Anlaşılan, siyanür için ‘Şark’ta muteber' ilkesi geçerli... Hangi ülke ki pek kurcalamadan zehirle altın arıtılmasına izin veriyor, haydi yallah oraya !
Ve bu yüzden, Bergama'daki kampanyayı yürütmüş olan eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın ve çevre sorumlusu Oktay Kongar'ın Tuna felaketinden yola çıkarak bugün söylediklerini dünkünden bin defa daha fazla bir dikkatle dinliyorum.
Onların dediği gibi, iş işten geçtikten sonra ağlamanın faydası olmayacak.
Dolayısıyla, bana öyle öyle geliyor ki, Bergama madenindeki kimyevi işlemi Tuna'nın korkunç dersleri ışığında tekrardan ele almakta yarar ve hayır var !
Her halükarda, kendi hesabıma, bundan böyle Jack London'un ‘Altına Hücum’ kitabıyla yetinmemeye ve konu hakkında etraflı bilgi edinmeye karar verdim.
Eh, bir müsibet bin nasihattan evladır ve umalım ki böylesine bir müsibet bize asla ve asla bulaşmaz !
Paylaş