Paylaş
Zorba, şoven, totaliter ve devrimci bir ideoloji olan ve anti-demokratik temeldeki “yeni insan”ı hedefleyen bütün faşizmler hem köken, hem de taban itibariyle zaten sivildir.
Artı, faşizmin iktidar olabilmesi ise yine ancak devrimci ortamlarda mümkündür.
Buradaki “devrimci” sıfatını sözcüğü üretim ilişkileriyle sınırlayan Marksist anlamda değil, savaştan ihtilale ve krizden kaosa uzanan bir “anormallik durumu” için kullanıyorum.
Her halükarda da faşizm, 1914’den sonra demokrasilerin dünya çapında gerilediği ve totaliter ve otoriter ideolojilerin yükseldiği döneme özgü, konjonktürel ağırlıklı bir rejimdir.
Şimdi bunları teker teker inceleyelim ve günümüz Türkiye’siyle karşılaştıralım.
* * *
BİR kere ve en önce, ülkemizde her hangi bir “devrimci durum” yoktur! Sıfırdır!
Ne İtalya ve Almanya gibi 1. Harp kâbusundan çıktık ve derhal iç savaşa sürüklendik; ne İspanya gibi o iç savaşın kitlesel ve karşılıklı katliamlarda zirveleştiği dev bir arbedeye sahne olduk; ne de iktisadi çelişkilerini uzlaşmaz raddeye vardıran bir buhran yaşadık.
Bizdeki “Kürt savaşı” çeyrek asırdır sürse bile rejimi tehdit edecek seviyede değildir. Oysa her yerde, hatta faşizan diyebileceğimiz Macaristan ve Romanya’da bile bütün sağ totaliter rejimler yukarıdaki kaotik ortamlarda doğdular. Hercümerç içinde palazlandılar.
Artı, “Fascio”sundan “SA”sına ve “Oklu Salip”inden “Falanj”ına tüm faşist partiler fiilen şiddet uygulayan ve üniforma, pazubend, selâm gibi kod ve mitoslarla simgeselleştirilen milislerle donandılar ki, muhalifleri “yere sererek” (!) iktidarı en önce sokakta gaspettiler.
* * *
İMDİİ, Türkiye’nin “sivil faşizm”e gittiğini söyleyenler önce şu soruları cevaplasın:
Hani yukarıdaki “devrimci ortam”? Hani kaotik sallantı? Hani “milisleşmiş” AKP?
Daha önemlisi, yoksa aynı AKP “devrimci” bir parti de biz mi bilmiyoruz? Yoksa bu kurum totaliter zeminde ve şiddet ekseninde bir “yeni insan” hedefliyor da biz mi duymadık?
Tabii ki hayır! Her iktidar gibi kısmi otoritarist eğilimler taşımasına rağmen, “İslami demokrat” diye tanımlanabilecek bu AKP gayet klasik bir muhafazakâr kimlik sergiliyor.
Ne ideolojisi, ne kitlesi, ne pratiği, ne de hedefi zerre kadar “devrimcilik” yansıtıyor.
Oysa aksine, zaten “devrimci” olan faşizm hem o muhafazakârlığı toptan reddeder, hem de esas itibariyle deizme ve paganizme kaydığı için dinle ve imanla arası yoktur.
O halde şimdi faşizmin diğer hayati özelliğini oluşturan “yasallık” sorununa gelelim.
* * *
AKP iktidar olalı yedi yıl bitti. Ama bırakın hedef koyduğu türbanlı ve liseli eşitliği projelerinin, bağımsızlığına titreyen ama tarafsızlığına tınmayan Yüksek Yargı tarafından geri çevrilmesini, böyle bir Yargı seçmenin yarısından oy almış o AKP’yi bile kapatmaya kalkıştı.
İmdii, düşünün ki mevcut “statüko legalitesi” hem iktidar partisi üzerinde Demokles kılıcı gibi sallanmayı, hem de yasama ve yürütmeyi “hizaya getirmeyi” (!) halen sürdürüyor.
Fakat siz kalkıyorsunuz ve hâlâ “sivil faşizm”den dem vuruyorsunuz. Adama gülerler.
Hatırlatırım ki, Almanya’da da, İtalya’da da, vesairede de, geçtim kocca yedi yılı ve geçtim Yüksek Yargı’yı, faşist iktidardan henüz yedi ay sonra ortada bizzat yargının, yani “kanuniyet”in numunesi bile kalmamıştı. Zaten legalist yargıçlar da çoktan kodesi boylamıştı
Ve yine hatırlatırım ki, hiçbir faşist parti evrensel anlamdaki yasal seçimleri kazanmadı.
İktidarı zaptettiklerinde de ilk iş olarak diğerlerini ya yasakladılar, ya tasfiye ettiler.
Dolayısıyla, tüm tarihsel faşizmlerin ortamı, niteliği ve pratiği yukarıdaki ortak özelliklerle bütünleştiğine; artı, dünya konjonktüründe totalitarizme tam zıt bir demokratizm yükseldiğine göre, asla böyle bir ortaklığa sahip olmayan ve üstelik o dünyayla artık sonsuz eklemleşen bir Türkiye’de “sivil faşizm” öcüsü kimi korkutabilir ki, cevabı size bırakıyorum.
Paylaş