Sivil faşizm mi dediniz? (II)

DÜNKÜ yazıma, şu sıralar en son moda olan ve Türkiye’nin “sivil faşizm”e gittiği iftiracılığından medet uman söylemi reddetmekle başladım. Vaveyladır diye kestirip attım.

Haberin Devamı

Açıklamak için de önce rejimin doğasına değindim. Bütün tarihsel faşizmlerin siyaset ideolojisi, sosyal taban ve toplumsal proje itibariyle zaten s-i-v-i-l olduğunu vurguladım.

Artı, nihai hedeflerinden birisini “kitlesel askerileşme” oluştursa bile faşizmin asla militarizm olmadığını söyledim. Aksine, hemen her yerde orduyla çeliştiğini ekledim.

Dolayısıyla da “sivil faşizm” tabirinin, sanki kurusu olurmuşmuş gibi, “ıslak su” demek kadar yanlış olduğunu kaydettim ama, buradan itibaren şimdi şunu görmek gerekiyor:

* * *

NİTELİĞİ zaten sivil olan faşizme yine de o sıfatı ekleyenler tabii ki masum değiller!

Siyasetbilim lûgatinde veya jargonunda sıradan bir yanlış yapmakla kalmıyorlar.

“Sivil faşizm” diye tutturanlar bununla iktidarın askeri olmayan, hatta “anti-askeri” bir çerçevede “totaliterleştiğini” (!), en azından otoriterleştiğini çağrıştırıyorlar.
Dobra dobra itirafa yanaşmıyorlar ama geri planda, aynı askeriyenin tedricen nötralize edilmesinden, yani özünde rejimin “normalleşmesinden” duyulan rahatsızlık yatıyor.

Bunu açıkça söyleyemedikleri için de “sivil” kelimesi onlara suret-i haktan görünmek imkânını sunuyor. “Darbecilik” ve “vesayetçilik” şüphelerine karşı ustaca gard alıyorlar.

Yani, duy da inanma, “biz faşizmin askerisine de, siviline de karşıyız. Fakat siz ikinciyi es geçiyorsunuz” diyerek önce kendilerine sütten çıkmış ak kaşık payesi biçiyorlar.

Sonra da özgürlükçüleri “kör” yerine koyarak onları töhmet altında bırakıyorlar.

Bu takdirde konuyu yine siyasetbilim terminolojisi açısından, diğer bir deyişle, başta faşizm olmak üzere totalitarizmlerin genel tanımı çerçevesinde tekrar ele
almak gerekiyor.

* * *

YİNE dünkü yazımda şunu da dedim ki, kendi suçu ve suçlama ceremesi çok ağır olan o faşizm deyimi komünist tahrifatçılıktan ötürü gayet boşboğaz biçimde kullanılmaktadır.

Oysa söz konusu faşizm, taklit ve benzerlerine rağmen esas itibariyle İtalya’ya özgü olan; her halükarda da 1. Harp ertesindeki Avrupa konkjonktürüyle eklemleşen bir sistemdir.

Bizatihi kendisi devrimcidir. Gelişebilmesi de yine devrimci bir ortamda mümkündür

Anti-demokratizm temelindeki “yeni insan” projesini yaratmak hedefini güder.

Ahlaki kıstaslar bir yana, totaliter, modern ve laik bir ideoloji ekseninde yükselir.

Artı, “öteki” düşmanı bir milliyetçilik ve şovenizm; daha artı, kademesi duruma göre artan veya azalan şiddet de faşizmin diğer tamamlayıcı öğeleri oluşturur.

* * *

HEMEN hatırlatayım ki yukarıdaki tanımı benimsemeden önce, “cinnet yılları” sırasında beynime, faşizme zıt ama aslında ona ikiz kardes bir totalitarizmi niçin boca ettiğimi sorgulamak için, çok uzun soluklu bir araştırmaya girdim. Tam otuz senedir de sürdürüyorum.

Binbir çalışmaya ek olarak aklıma ilk gelenleri sıralayayım. Bu dönemde en azından Emilio Gentile’nin “Tarihselliği ve Yorumsallığıyla Faşizm”; Jose Ortaga’nın “Kitlelerin İsyanı”; Enzo Traverso’nun “Totalitarizm”; Ernst Nölte’nin “Kendi Döneminde Faşizm” ve “1917–1945 Avrupa İç Savaşı”; François Furet’in hem “Bir Hayalin Mazisi”, hem de aynı Nölte’yle yazışmaları veya ulus-devlet analizine katılmasam bile Hannah Arendt’in “Totalitarizmin Kökenleri”ni gibi başyapıt sayılabilecek eserlerini satır be satır hatmettim.

Dolayısıyla da, bir cürüm sistemini adlandıran “faşizm” sözcüğünün, bugün bizim iftiracıların dil pelesengi ettiği türden bir pervasızlıkla kullanılamayacağını hanidir biliyorum.

Hele hele, faşizme sonsuz uzak bugünkü Türkiye’de böyle bir lâf ağza dahi alınamaz!    

O halde, en son moda “öcüleştirme”nin tam aksine, ülkemizin neden her hangi bir “sivil faşizm”e (!) doğru sürüklenmediği ve sürüklenemeyeceği konusu yarına bırakıyorum. 

Yazarın Tüm Yazıları