Paylaş
Bunu söylerken tabii ki cürmünden adım gibi emin olduğum bazılarını kastetmiyorum.
Ancak, velev ki yine şaibe altında olsunlar, diğer bazılarının encamı asla onaylanamaz.
Ne şu kadar zamandır Silivri’de yatıyor olmaları, ne de zaten elâstiki yasaları çekiştire çekiştire ikide bir tevkifata uğramaları insani ve hukuki açıdan kabul edilebilir şeydir!
Çünkü bu tür bir adalet uygulaması evrensel kıstaslardaki adalet değildir!
DEĞİLDİR zira ilkin, firar etmeyeceği ve delil karatmayacağı aşağı yukarı belli olan ve kendilerine isnat edilen suçlamalarda da muğlaklık bulunan zanlılar farklı muamele görür.
Genel hukuk içtihatlarına göre onlar pek çok defa serbest yargılanırlar.
Yani yukarıdaki türden sanıklar, daha hüküm kesinleşmeden ve henüz dava sürerken, her insanın en meşru ve en temel hakkı olan özgürlükten mahrum bırakılamazlar.
Aksi takdirde yargısız infaz gerçekleşmiş ve yanılgı durumunda da telâfisi olmayacak olan ceza peşin ödetilmiş olur. Hiçbir tazminat ise zindan günlerinin bedelini karşılayamaz.
Dolayısıyla böyle bir “adalet” kitaba sığmaz ve sığdırılamaz!
OYSA her halde herkes şunu biliyor: Ben fikri ve siyasi açıdan “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarında yargılanan şahıslara yüzseksen derece zıt bir konumda yer alıyor.
Otuz yıldır onların ideoloji ve pratikleriyle mücadele ettim. Ediyorum ve de edeceğim.
Üstelik yukarıdakilerin bazıları tarafından da saldırılara uğradım.
İsmimi “lahika” listelerine mi yazmadılar! “Vatan haini” sicillerine mi geçirmediler!
Sadece geçen hafta aynı Silivri zanlıları arasına dâhil edilen gazeteci maskeli dezenformatörün hakkımda yaptığı ve yaptırttığı iftira, çamur ve küfür yayını yeter!
Olsun!
EVET olsun ama bunu derken ne cömertlik, ne büyüklük, ne hoşgörülülük taslıyorum
Çok vurulduk ve çok vurdular, onlara karşı bu tür bir cömertlik, büyüklük ve hoşgörülülük lükslerine sahip olacak kadar naif değilim. Yeni zengin bir de müsrif değilim.
Sağ yanağına şamar akşedene sol yanağımı gösteren İsa Mesih ise hiç değilim.
Yani, ikna olmadığım için ihtiyatla yaklaştığım “Balyoz” davasına rağmen “Silivri ideolojisi” diye tanımlayabileceğimiz genel olguya karşı bir “acınma” (!) hissi beslemiyorum
Kuvveden fiile geçmese, daha doğrusu geçemese bile zanlılardan ciddi bir bölümünün en azından “ahlâki”, muhtemelen de mesleki suç işlemiş olduklarından şüphe duymuyorum. Oysa ben, kendilerini vareste saydığım o ahlâki değerleri sahiplenmek iddiasındayım!
BU takdirde ve tabii ki bir an dahi tereddüde düşmeden, onların hâlen Silivri’de maruz kaldıkları hakkaniyetsizliklere karşı haykırmak yine bir ahlaki yükümlülük olarak duruyor.
Burada intikam gibi ilkel bir içgüdü devreye giremez. Kuyruk acısı falan güdülemez.
“Kurunun yanında yaş da yanar” diyen diğer bir ilkelliğe ise asla prim verilemez.
Dolayısıyla, yukarıdaki zanlılardan bir bölümü daha dün burunlardan kıl aldırmayacak ölçüde mağrurdular diye onların bugünkü mağduriyeti görmezlikten gelinemez!
Uğradıkları adaletsizlik karşısında susmak; yargısız infaza uğramalarını kabullenmek; yakınlarının acılarını hafife almak bizzat kendi “ahlâki” değerlerimize ihanet anlamına gelir.
Üstelik de böyle bir suskunluk, haklı veya haksız; doğru yahut yanlış, hukuk ve adalet mekanizmasının iktidar vesayeti altında olduğu iddialarına meşruiyet zemini sunar.
Çok vurulduk ve çok vurdular, tabii ki “Silivri’ye özgürlük”(!) istemiyorum!
Ama zanlının dahi meşru özgürlüğünü tehdit ve tahdit etmeyecek bir Silivri istiyorum.
Paylaş