ERİVAN’daki maça giderek tabuları yıkan ve dolayısıyla da tarihi bir gelişmeye imza atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermeni muadili Serj Sarkisyan’ı İstanbul’daki rövanş karşılaşmasına davet etmekle, hem en asgariyi, hem en azamiyi gerçekleştirmiş oldu.
Başka bir deyişle, ne "fazla ileri gitti", ne de "fazla geride kaldı".
Cumhurbaşkanı en asgariyle yetindi, çünkü şahıslar arasında olduğu gibi devletler arasındaki nezaket kuralları da bu "iade-i davet"i zaten zorunlu kılıyordu.
Aksi düşünülemezdi ve böyle bir terbiyesizlik bir çuval inciri berbat etmiş olurdu.
Fakat, Gül aynı zamanda kendisini en azamiyle de sınırladı. Çıtayı aşmadı.
Yani, "futbol diplomasisi"nin somut "siyasi diplomasi"ye dönüşmekte olduğu şeklinde yorumlanabilecek bir adımı atmaktan kaçındı.
Zira, yukarıdaki muazzam sıçrayışa rağmen tarafların şimdiki aşamada hálá "el yordamıyla yürüdüğü" ve "ihtiyatı elden bırakmaktan" çekindiği bir vakıa oluşturuyor.
Ve, iki ülkenin, iki halkın ve iki kavmin hanidir omuzlarında taşıdığı "dayanılmaz tarihi ağırlık" göz önüne alındığı takdirde de, bunu fazla yadırgamamak gerekiyor.
* * *
ANCAK, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’la Ermeni meslektaşı Edvard Nalbantyan’ın maç ertesi uzun uzun görüşmeleri ve iki hafta sonraki New York BM oturumunda da tekrar buluşmak kararı almaları, çok daha müj-de-li haberleri duyabileceğimiz anlamına gelebilir.
Daha somut söylersek, sınırın açılması ve elçi teati edecek başkentlerin resmi ilişki kurması; başka bir deyişle "futbol diplomasisi"nin "siyaset diplomasisi"yle taçlanması, belki de yaprakları o kadar uzun süre kopartılmayacak bir takvimde fiiliyata geçebilir.
Ben kendi hesabıma, o iki ülkemiz ve iki halkımız adına bunu dört gözle bekliyorum.
Artı, Çengiz Çandar’ın Nalbantyan’a soru yöneltirken kullandığı hariká deyimle, "diyaloğun fazla uzaması durumunda araya şeytan girebileceği" endişesine katıldığım için, diğer bir deyime başvurarak "demiri tavında dövelim" demekten kendimi alamıyorum.
* * *
BU muhtemel gelişmelerin yukarıdaki "dayanılmaz ağırlık"ı daha ilk andan itibaren hafifletmeye başlayacağı; üstelik, hem Türkiye, hem de Ermenistan için bölgesel biryeniden yapılanmaya giden yolda viraj döndürebileceği konularına tekrar tekrar değinecek değilim.
"Soykırım" ise bunlar için zaten şart oluşturmadığına göre, ona hiç değinmeyeceğim.
Sadece, Azerbaycan’ı "incitmemek" kaygısı hakkında şunu söylemek istiyorum.
* * *
KARABAĞ sorununun mevcudiyetine rağmen Bakü ve Erivan liderlerinin defalarca buluşmuş olması zaten bir yana, hiç unutmayalım ki söz konusu Azerbaycan KGB ve Sovyet geleneğinden süzülen bir Aliyev ve aynı gelenekten yetişmiş kadrolar tarafından yönetiliyor.
Yani, Azeri diplomasinin "reelpolitik" kıvraklığı Türk diplomasisinden geri kalmıyor.
Nitekim, Rusya’nın "yükseldiği" saptadığı içindir ki de, başta "Nabucco" hattı, Bakü şimdilerde Türkiye’nin hayati addettiği projelere "serin", hattá açıkça "soğuk" bakıyor.
Kendi açısından son derece haklı nedenlerle Moskova’yla flört derecesini yükseltiyor.
Zaten de, ABD Başkan Yardımcısı Cheney’in geçen hafta Azeri başkentte karşılaştığı "mesafeli" hava veya Bakü petrolünün BTC yerine Novorossisk üzerinden naklindeki artış falan, bölge gelişmelerini biraz alıcı gözle izleyen herkes bu "kayış"ı hemen farkediyor.
Dolayısıyla da, bizzat Azerbaycan böyle bir siyasete doğru meylederken, Ankara’nın onu "kollamak" (!) amacıyla kraldan fazla kralcı davranmasının ve Ermenistan’la geliştirmek zorunda olduğu ilişkilere Karabağ ipoteği koymasının hiç mi hiç gerekçesi kalmıyor.
O halde şimdi sonsuz ümit ediyoruz ki, Erivan’daki maçınİstanbul rövanşına dek artık her şey çok hızla ilerlesin de, Türkiye ve Ermenistan arasına bir daha asla "şeytan girmesin".