Say’a, piyanoya ve ulusalcılığa dair (I)

BEN Fazıl Say’ı çok beğenirim. Sonsuz beğenirim. Tabii ki piyanosunu kastettim.

Haberin Devamı

Hazin bulduğum siyasi fikirleri hiç umurumda değil ve nedenine aşağıda geleceğim.


Nitekim daha Türkiye’de adı sanı hemen hiç duyulmamıştı ki ya 1997 ya da 1998 yılı olacak, Say’ın melekesine dair ilk tanıtıcı yazılardan birisini yine burada ben kaleme aldım.


Zaten biraz klasik müzik amatörü olduğumdan da tüm CD’leri diskoteğimde istiflidir.


Bilhassa Mozart sonatlarını ve o enfes “Bahar Ayini” yorumunu ha bre dinlerim.


Artı, “cazi” tınılarıyla da ben mavi notalara uçurur ama, işte bir “ama”sı var!

* * *


O da şu ki, Say’ın sanatına ne denli hayransam, en köhne ve en bağnaz “ulusalcı” belâgati dil pelesengi eden siyasi söylemine aynı oranda uzağım. Aramızda Çin Seddi var.


Bu açıdan da belki biraz üzülüyorum ama aslında gülüyorum. Ciddiye almıyorum.


Hatta tipik bir Ankara ortamında ve ideolojisinde şartlandığını göz önüne alarak, hak vermesem bile kısmen toleranslı davranmaya çalışıyorum. Hafifletici mazeretler buluyorum.


Eh o ideoloji ki 28 Şubat generallerinden aldığı cesaretle, ‘‘çağdaşlık, uygarlık ve laikliğin göstergesi olan klasik müzikteki gevşeklik yalamaya dönüştü. Atatürk devrimlerinin vidasını sıkmak gerekiyor” diye buyuran Hikmet Şimşek şefliğinde “nota vesayeti” dahi dayatmıştır. Genç piyanistin de
bu ceberutluktan etkilenmesi kısmen doğaldır.


Ancak yine de çok şükür, iç güveysinden hallice Şimşek eni konu Şark’ta muteber cinsten bir orkestra “maistro”suydu (!) ama Fazıl Say evrensel skalada en başlara güreşiyor.

* * *


HER
halükarda, şöyle veya böyle benim için hiçbir şey değişmiyor. Değişmez de!

Haberin Devamı


Say isterse “ulusalcı” şûrekayla birlikte “ordu göreve” pankartı açsın. Daha isterse, ultra-laikçi taifeyle beraber “Şeriat geliyor” diye hançere yırtsın. Vız gelir, tırıs geçer.


Bıyık altından gülümsemekle yetinirim ve CD’lerimi parçalamaya falan kalkışmam.


Beethoven
’den “Apassionata”yı icra ederken kendisine yine hayranlık duyarım ve plak bittiğinde de odamın içinde tek başıma ayağa kalkarak “bis” diye alkışlarım.


Çünkü ben kalburüstü gradoya ulaşmış sanatçıları, onların şu ya da bu yöndeki siyasi fikirlerine göre değerlendirmem. İdeolojik, felsefi veya ve dini tercihlerini
ölçek addetmem.


Onların yegâne kıstasını uğraş alanlarındaki performansları oluşturur ki, nokta!

* * *


ÖYLE
, zira sanatı yaratabildiği içindir ki yukarıdaki türden sanatçı “sıradan fâni” değildir. Başka, bambaşka bir şeydir! Adı üstünde, “olağanüstü” sıfatını taşır.


Dolayısıyla da, tek kıstası yarattığı sanat olan o sanatçı, malik bulunduğu bu lüks sayesinde yukarıdaki sıradan fânilere bahşedilmeyecek hoşgörü ve mazeretlere donanmıştır.


Nitekim, yani Pablo Picasso komünist, Necip Fazıl teokrat veya Leni Riefenstahl Nazi cürümlerle uzlaştılar ve hatta yatağa girdiler diye, hepsi birer başyapıt olan “Guernica” tablosunu, “Kaldırımlar” şiirini ya da “İradenin Zaferi” filmini tû kaka mı edeceğiz?

Yapmış oldukları yanlış ve vahim ideolojik tercihlerden dolayı, birincinin fırçasındaki, ikincinin kalemindeki, üçüncünün de kamerasındaki dehayı inkâr etmeye mi kalkacağız?


Asla!

* * *


O halde varsın Fazıl Say da kıymeti kendinden menkûl “ulusalcı” keramet döktürsün.

Haberin Devamı


Genç piyanistin yegâne kriteri siyasette falan değil klavyede nasıl “döktürdüğü”dür!


Eh, orada da üstâd maharetine ulaştığına göre kendisine ancak hayranlık duyarız.


Ancak şu sıra Say’ın aynı siyasi hezeyanlarını referans gösterip, “bakın klasik müzik sanatçısı ‘ulusalcı’dır, o halde ‘ulusalcı’ olmak gerekir” gibisinden çok cahil bir kampanya yürütülüyor ki, bu ucuz dezenformasyonunun ipliğini yarın pazara çıkartacağım. 

Yazarın Tüm Yazıları