İŞTE 2005 bitti bitiyor ve tá sene başından beri, 100. doğum yıldönümünden ötürü anavatanı Fransa’da tayfun, diğer ülkelerde ise bora şiddetinde bir Sartre rüzgarı esiyor.
Yetti ve illallah, kitapçıda cilt cilt, gazetede sayfa sayfa, televizyonda da dizi dizi Jean PaulSartre furyası hüküm sürüyor. Yer gök ‘varoluşçuluk’ felsefesinin mucidiyle inliyor.
Peki, Parisli ‘entellokrat’ gerçekten de böylesine dev bir ‘dáhi’ (!) miydi?
Hayır! Bin defa hayır! Yarın açıklayacağım nedenlerden dolayı, asla ve asla değildi!
Ama şunu da kabullenmek gerekiyor ki, hiç hak etmediği halde, ‘zat-ı şahaneleri’ 15 Nisan 1980 günü öldüğünde, 20. yüzyılın en ‘popüler fikir adamı’ kimliğini taşımaktaydı.
Zaten, inkár edemem, onun ölümü benim hayatımda da radikal bir viraj oluşturdu.
* * *
‘ÇIRAKLIK yılları’ma Fransevieğitim ve kültürün etkisiyle siftah etmiştim.
Dolayısıyla, bulûğ çağında ‘Duvar’ türü ilkalıştırmalar; sonra birkaç piyes; daha sonra da ‘Özgürlüğün Yolları’ üçlemesi falan, Sartre’la küçük yaşta tanıştım sayılabilir.
Ve tabii ki bunlara, Paris’in Saint Germain Bulvarı’ndae yarattığı ‘bohem efsanesi’yi ve Juliette Greco’nun söylediği ‘Hazan Yaprakları’ şarkısını mutlaka eklemek gerekiyor.
İşte bu yüzden, hemen hiç kimse gibi ben de o yenip yutulmaz ‘Varlık ve Hiçlik’in birinci sayfasını bile çevirmemiş olsam dahi, bir ara Sartre diye hop oturup, hop kalkmıştım.
Ancak yine de esas etkeni, daha ergenlikten itibaren ‘sola kaymam’ (!) oluşturdu.
Eh, ‘büyük dáhi’ (!) o sıra aynı ‘sol’un ‘evrensel vicdanı’ addedilmiyor muydu?
Efsanevi 68 Mayıs’ı günlerinde ‘Renault’ fabrikasının vardiya çıkışına dikilip ve aynasızlara meydan okuyup, ‘yüce proleter’lere ‘Halkın Davası’ dergisi satmamış mıydı?
Ama yukarıdaki ‘hayranlığım’ o kadar uzun sürmedi. Maymun iştahlılıktan değil!
Hiç destur demeden ve balıklama ‘cinnet yılları’na dalıverdim ki, Fransız felsefeciyi komünist lûgatte ‘saftirik enayi’ anlamına gelen ‘yol arkadaşları’ arasına kattım.
Yani ‘burnum büyüdü’ ve adamcağıza ‘burjuva aydını’ damgasını vurdum.
* * *
NEYSE, o ‘cinnet yılları’ nihayetlerine doğru ‘benn’eyledim’ sorusu hiç aralıksız beynimi kurcalıyordu ki, Mösyö Sartre 1980 nisanında inanmadığı Tanrı’ya kavuştu.
Bu öznel sorgulamanın müthiş ciddiyetiyle yavaş yavaş tekrar filozofa yaklaşmış olduğumdan da tuttum, henüz köprüleri tam atmadığım Maocu varakpareye makale yazdım.
Her fikri ve her sanatı prangaya vurmuş Sovyetik zaptiye Andrey Jdanov’un dehşetini çağrıştırarak, ‘bize Jdanov’suz düşünmeyi öğretti’ türünden ‘vicdani’ satırlar düzdüm.
Vay, sen misin buna cüret eden!
Sen misin ‘vicdan’, ‘özgürlük’, ‘eleştiri’ sözlerini kullanmak cesaretini gösteren!
* * *
GÖBEKTEN bağlı olduğu StalinciKremlin’i ve Maocu Pekin’i izleyen malûm taife, sansürü zaten geçiyorum, ‘liberal burjuva’ ve ‘bireyci aydın’ diye bendenizi sigaya çekti.
Derhal, ‘parti organları önünde özeleştiri’ günáhı çıkartmamı buyurdu.
Ve de aslına bakarsanız, bu gelişme sonsuz işe yaradı. Bir ‘dank etme’ işlevi gördü.
Yani, ‘n’eyledim’ sorusunun yanıtına Sartre sayesinde ulaştım. Tabii ki o benim gibi kendi kendine ‘halt ettin’ cevabı vermeyecekti ama, ölümüyle buna aracılık yapmış oldu.
Ya Rabb’i şükür, işte ‘cinnet yılları’mı bitirdim ve ‘sorgulama yılları’ma girdim.
* * *
SONRA, pek fazla sürmeyen bu ‘ara dönem’i, Sartre’yle aynı yıl doğmuş olan ama onun tam zıt kutbunda yer alan Büyük Raymon Aron’un 1983 yılındaki vefatıyla noktaladım.
Başka bir deyişle, birincinin ölümü beni ‘silkeledi’, ikincininkisi ise ‘dipdiri kıldı’.
Yarın, bu vahim, çok vahim, sonsuz vahim ‘Sartreyanılgısı’nı tekrar işleyeceğim.