Paylaş
Kütüphane'nin ütün alt ve üst rafları ‘cezalı kitaplar’a ayrılmıştır.
Buralara ya çömelerek ya da merdivene çıkılarak ulaşılabilir.
‘Cezalı kitaplar’ derken ‘cinnet yılları’ sırasında edinmiş olduklarımı kastediyorum. Marks imzalı ‘Hegel’ci Siyaset Hukukunun Eleştirisi' cildinden Plekhanov paraflı ‘Materyalizm Tarihi Denemeleri’ risalesine kadar olanlar...
Fakat kısmi bilimsellik içeren bu kitaplara nisbeten kolay el atılabilir. Eğilirken çok zahmet çekilmez. Yukarıda ise ilk merdiven basamağı yeterlidir.
Ama cezanın da ötesinde ‘lanetli’ kategorisine girenlere dokunabilmek için mutlaka iki seksen yere uzanmak veya basamaklara tırmanmak zorunluluğu vardır.
Bunlar, hırsız Şolohov'un ‘Durgun Akardı Don’ romanından meczup Tevelikov'un ‘Işığımız’ rezaletine kadar ‘sosyalist gerçekçi edebiyat’ı veya onların Türk, Leh, Çinli muharrirler tarafından kaleme alınmış taklitlerini kapsar.
Kütüphanemin lanetli raflarında ve sırf mostralık olarak, bir zamanlar ‘sanat’ diye yutmak gafletine düşmüş olduğum lahana yaprağı sayfalar durur.
***
YUKARIDAKİ girizgahı yaptım çünkü konunun çarşamba günü Pekin'de başlayan çok ilginç bir duruşmayla yakın ilgisi var. Gayet şematik biçimde özetliyorum:
Efendim, Yasak Şehir üzerinden bir Mandarin imparatoru gibi bakan Mao'nun da portresini boyamış olan ve Komünist Partisi'nin resmi ressamı addedilen Li Ki adlı dinozor badanacı Çin başkentindeki ünlü Renda Sanat Enstitüsü'nün müdürü olan Zu Veyming hakkında sudan bir gerekçeyle tazminat davası açtı.
İki insan arasındaki çelişki derinlere uzanıyor. Kızıl badanacı geçen yıl yazdığı bir makalede pop-art'a karşı olduğunu duyurmuş ve genç bir ressamın üç sandalyeyle simgeleştirdiği tablonun özünde devlet başkanı Jiang Zemin'i hicveden bir ‘asi sanat’ ürünü olduğunu söyleyerek aynı ressamı ihbar etmişti.
Zu Veyming ise hemen kaleme aldığı yazıda sanatçı yaratıcılığına müdahale edilmemesini isteyerek güdümlü ve resim ve edebiyata karşı çıkmıştı.
Dolayısıyla, Pekin'deki davada aslında sanat kavramları yargılanıyor..
***
SLOGAN sanat olamaz. 1878 devrimini resmetmiş ‘kitch’ tablodan Bolşevik darbeyi efsaneleştiren ‘sosyalist gerçekçi’ sinemaya, Nazizmi yüceltmiş anti-semit edebiyattan bizim ‘köylü roman’a kadar modern sanat tarihi ispatladı ki, şiar ifade eden ve güdümlü nitelik taşıyan hiç birşey kalıcılık kazanamaz.
Bazı sanatçılar bazı konjonktürel dönemlerde taraf davransalar dahi onlar gerçek sanatçı kimliğine ancak bu taraftarlığı aştıkları ölçüde kavuşurlar.
Nitekim, Picasso veya Nazım Hikmet komünist romantikaya kapıldıkları için değil resimde ve şiirde yeniyi ürettikleri için evrensellikle donanmışlardır.
Buna karşılık ikonadan kopya Lenin portreleri çizen boyacıbaşıları ya da hamasi nutuklarla mısra düzen Behçet Kemal gibilerini kim hatırlamaktadır?
Ve yine benim ‘cezalı kitaplar’ım arasında duran o Stalin yalakası Rus yazarlarını; o atmışlı ve yetmişli yıllar Türkiye'sinin kötü muharrirlerini; o sahte sloganların yalancı Doğu Avrupa ‘edebiyatçılarını’ kim okumaktadır?
Bir zamanlar göklere çıkartılan bu efendiler hiçbir yaratıcılığa imza atamadıkları için bugün hafızamızın köşesinde en ufak yer tutamamaktadırlar.
Ama totalitarizm sınırında gezinmek zorunda kalmış Pasternak'ın romanları, Şostakoviç'in senfonileri, Maleviç'in desenleri veya Lu Sin'in hikayeleri empoze edilen şablonları o koşullarda dahi aştığı için bugün hala günceldir.
Sanat sloganı yırttığı oranda özgür, özgür olduğu oranda da evrenseldir.
***
KÜTÜPHANELERDE ‘cezalı raflar’a dizilmek rizikosunu bertaraf edecek yazar; müzelerde ‘bodrum galeriler’e asılmak tehlikesini asgariye indirgeyecek ressam; orkestralarda da ‘unutulmuş partisyonlar’a dahil olmak ihtimalini en aza düşürecek müzisyen tüm ideolojilerin tüm şiarlarını aşmak zorundadır.
Bu Pekin'de de böyledir, Moskova'da da böyledir, Ankara'da da böyledir.
Paylaş