Sabahtan uğradım bir figana

DÜN sabah kahveden dönüyordum ki, göz aşinalığım olan bir semt esnafına rastladım.

Çocukcağız, çocukcağız diyorum ama aslında kazık kadar adam, beni fark edince haniyse hazırola geçti. Ceket düğmelerini ilikledi ve elindeki cigarayı avucunun içine sakladı.

Eh, gazetede ve ekranda suratımı görmüşlüğü var ya, "şöhret"e (!) saygı ifade ediyor.

Hay senin "şöhret"ine de, "saygı"na da!

Hem yerin dibine geçtim, hem de ateş püskürdüm dersem, az söylemiş olurum.

Ve, bir, üç, beş, ha bire tekrarlanan bu vukuatlar artık yetti! Bardak tam taştı.

Dolayısıyla da, zaten pazartesileri sol tarafımdan kalkarım, bütün günüm piç oldu.

Artı, konu değiştirmek ve okuduğunuz satırları kaleme almak ihtiyacını hissettim.

***

YAHU ben kimim? Af buyurun, işte altı üstü kıçı boklu bir gazeteciyim!

O kadar! Ne azı, ne fazlası var ve de nokta!

Yani, fikirlerimin kamusal alana yansıması ve kellemin gazete sayfasına sırıtması, beni diğer insanlardan daha fazla "saygıdeğer" (!) kılmaz! Asla ve asla ayrıcalıkla donatmaz.

Ve biline ki, riyayla ilgim yoktur, bunu söylerken de sahte tevazuu gösteriyor değilim.

Zaten böylesine "hürmetkár davranışları" (...) ancak, mevkii hazımsızlığından kabız olup da ikide bir, "sen benim kim olduğumu biliyor musun" diye tafra atan oturaksızlar, yeni zenginler, yarı münevverler ve "boz Türkler" bekler ki, Allah hepsini bana uzak kılsın!

***

ÜSTELİK, gerçekten de meşhur, zengin veya ricál olsaydım, ne değişirdi ki?

Çünkü, belki belirli belirsiz, o da çok mesafeli ve çok vakur olmak kaydıyla, kısmi bir hürmet ifadesi dışında, hiç kimse hiç kimsenin önünde eğilmez! Eğilemez ve eğilmemelidir!

Ama yoook eğer eğiliniyorsa, bu takdirde o toplumun bireylerinde; daha doğrusu tebasında "itaat dürtüsü" hüküm sürüyor demektir ki, yandım gülüm keten helva!

Ve, sakın bana burada "ne iyi ya, adába ve hürmete önem veriyoruz" demeyin, zira o adábın da, o hürmetin de otoritarizmle bütünleştiğini görmemek için kör olmak gerekir.

***

ÖYLE ve nitekim, Yorgo Kırbaki’nin her pazar "Hürriyet" ilávesine aktardığı o güzelim "komşu dedikoduları"nda, bu hafta harikuláde bir haber yer alıyordu.

"Katimerini" gazetesi İstanbul’da yaşamayı seçen Yunanlı gençlerle konuşmuş.

Bunlardan Yorgos Marinakis de Türklerle Yunanlıları aşağıdaki şekilde kıyaslamış:

(?) "Biz onlardan çalışkanlığı ve yanıbaşımızdaki insana ilgiyi, onlar da bizden daha rahat olmayı, hiyerarşiye daha az uymayı öğrenebiliriz".

İşte belirleyici iki saptama: "rahat olmak" ve "hiyerarşiye daha az uymak"!

***

ÖYLE, zira biz hiyerarşiye tapınan, hatta onu bizzat üreten bir "itaat toplumu"yuz.

Biz, memurun amir, amirin de müdür önünde ceket iliklediği; erkánın rical tarafından uğurlandığı ve karşılandığı; emir-komuta, alt-üst, kıdemli- kıdemsiz skalasının sivilde de uygulandığı; yani hala "kapıkulu ideoloji"nin benliklere dayatıldığı ve şırıngalandığı bir "insan cemaati"yiz ki, bu hep "hazırol"da kalmak durumu bizi daima r-a-h-a-t-s-ı-z kılıyor.

Kabuğumuzda barışık değiliz. Yeni moda tabirlerle, "cool" ve "chill" olamıyoruz.

Dolayısıyla da, kellesi gazetede sırıtıyor diye, işte sıradan bir gazeteciyi dahi "otorite"den, "üst"ten, "rical"den addediyoruz ve karşılaştığımızda cigarayı avucumuza gizliyoruz.

Oysa, rahat iç be adam! Dumanı suratıma savur! Bağrını aç! Temennah da çakma!

Çünkü, sen bana "saygı" (!) göstermediğin ölçüde, kendin için s-a-y-g-ı-n olacaksın.

Ey "itaat toplumu" hiyerarşi prangalarını artık kır ve parçala; zira o riyakar "saygı"yı senden bekleyenlere ve bilhassa sana dayatanlara karşı, ancak böyle öz-gür-le-şe-cek-sin!
Yazarın Tüm Yazıları