Rusya'yla değişen

DÜN dediğim gibi, bu satırların yazarı da dahil sınırlı sayıdaki birkaç yorumcu daha 11 Eylül kahpeliğinin ertesi sabahından itibaren, artık dünyanın külliyen değiştiğini ısrar ve tekrarla vurguladı.

Bunu bağırdık ve haykırdık.

Öngörü ne müneccim kehanetinden, ne tarihi iradecilikten kaynaklanıyordu.

İkiz kuleler katliamı hem simgesel niteliği, hem sayısal niceliği itibariyle yeni tür bir savaş deklarasyonuna tekabül ediyordu ki, gelecek dönemde ‘eski’nin sürüp gitmesi fiilen mümkün değildi.

Laf aramızda da, bunu ilk bakışta saptayamamak için ya zeka yaşı pek düşük bir ebleh olmak gerekiyordu, ya da hayata at gözlükleriyle bakan bir kör...

Ve, mahşer saldırısından bu yana işte tam üç ay geçti, dünya değişti mi?

* * *

EVET, değişti ! Hem de, 11 Eylül akşamından itibaren değişmeye başladı.

Kabul, Afgani Taliban'ın tasfiyesi uzun erimli stratejik savaşta ancak bir ilk raunda tekabül ediyor. Taktik muharebe olmaktan fazla öteye gitmiyor.

Önümüzde daha çok aşama var ve taşlar henüz tam anlamıyla yerine oturmadı.

Olsun. Zira, şu an mevcut manzara dahi radikal bir dönüşümü haber veriyor.

Yerküredeki saflaşmanın aniden allak bullak olduğunun sinyalini çakıyor.

Ve şüphesiz ki, Rusya yeni saflaşmanın en sürpriz aktörü olarak beliriyor.

* * *

MOSKOFYA tarihi hakkında az biraz mürekkep yalamış olanlar bilir, daha 17. asır sonundan itibaren Çarlık otokrasisinde biri ‘oksidantalist’ tabir edilen ‘Batıcılar’; diğeri de ‘slavofil’ denilen ‘öze dönüşçüler’ olmak üzere daima iki akım mücadele etmiştir. Bazen ilki, bazen de ikincisi ön plana çıkmıştır.

İşte, aslında hala süren bu çelişkide Vladimir Putin, umulmadık biçimde, 11 Eylül dönemeciyle birlikte ‘oksidantalist’, yani ‘Batıcı’ tutum aldı.

Üstelik, 1. Savaş'ın 2. Nikolay'ını hatırlatır şekilde çok net tutum aldı.

Kremlin lideri tedhişçi saldırının hemen ertesinde Moskova'nın ABD'ye fiilen yardım yapacağını duyurdu; bunu anında ve maddeten uygulamaya başladı; kendi ‘arka bahçesi’ addettiği Asya cumhuriyetlerine Koalisyon kuvvetlerinin konuşlandırılmasını onaylamadı; Washington, Brüksel, Berlin ve Şanghay temaslarında tereddüte mahal vermeden ‘pro Amerikan’ tavırlara imza koydu.

Bu jeo-stratejik rota 11 Eylül ertesinin en temel değişimini oluşturdu.

* * *

BANA sorarsanız, eski KGB subayının keskin virajı kendisinin birdenbire ‘oksidantalist’ kesilmesinden kaynaklanmıyor. Fikriyat değiştirmiş de değil...

İdeolojiler üstü bir pragmatik olan Putin özünde ‘realpolitik’ davranıyor.

Zira, zekası su götürmeyen Kremlin önderi birinci olarak şunun farkında:

Artık süper güç olmayan ve kolay kolay da olamayacak olan Rusya'nın Batı'yla yakınlaşması, önce onun dünya sistemine entegrasyonunu hızlandıracaktır

Sonra da, Moskova'ya uluslarası planda tekrar nispi prestij sağlayacaktır.

İki; yukarıdaki yakınlaşma NATO'nun Baltık ülkeleriyle genişlemesini ve Amerikan ‘yıldız savaşları’ projesini onaylamaya kadar da gidebilir.

Böyle ‘ateşli bir aşk’ ise bir yandan Rusya'nın aynı NATO'ya ‘göz atmak’ hakkına sahip olmasını getirebilir; öte yandan da, petrol hatlarının güzergahı dahil, onun Asya ‘arka bahçesi’ndeki ‘bahçıvanlık’ statüsünü pekiştirebilir.

Ve üç; ‘El Kaide’ ve fasilesinden ‘İslami terör’e karşı verilen mücadeleyi desteklemesinin bedelini, Batı, artık ince eleyip sık dokumadan, kendisinin Çeçenistan'daki ‘nötralizasyon’ harekatına göz yummakla ödeyecektir.

* * *

İŞTE, 20. yüzyılı noktalayan 11 Eylül kahpeliği ertesinde dünya hemencecik değişmeye başladı ve yukarıdaki üç ana ögeden dolayı da, öncülüğü Rusya yaptı.

Yarın bu değişimin Türkiye üzerindeki muhtemel etkilerini irdeleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları