Paylaş
TAK!.. Yandım Allah ne bilekmiş be, kelle tek vuruşta uçtu gitti. Gövde küt diye sağa düştü, kafa da sola yuvarlandı. Futbol topu mübarek...
Şimdi aynı palalarla cesedin üzerine üşüştüler ve önce, kasın refleksiyle hala tıptıp atmakta olan yüreği; sonra da, kanı henüz sımsıcak ciğeri yerinden çıkartıyorlar. Zahir hemencecik yiyecekler ki, tazeliği bozulmasın...
Afiyet şeker ve yağ bal olsun!
* * *
YUKARIDAKİ vahşet sahnelerinin yüzlercesi, hatta binlercesi bütün bir hafta boyunca Endonezya'nın Kalimantan Adası'nda tekrarlandı durdu.
Çünkü, eskiden Borneo denilen aynı adanın ‘Dayak’ etnisitesine mensup yerli ahali yine Endonezya'ya ait başka bir ada olan Madura'dan bölgeye iskan edilmiş olan göçmenleri kovmak için katliama girişti.
Eh, dayak düşmanı bu ‘Dayak’lar daha düne kadar yamyam ve kelle avcısıydı ya; ve de genetik dönüşüm öyle bir iki kuşakta gerçekleşmiyor, hazretler tabii ki tüfeng ve piştova tenezzül buyurmadılar. Çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeden, muhacirlerin icabını atadan kalma hançer, ok ve mızrakla gördüler.
Başta belirttiğim gibi, sonra da kurbanlarını kemal-i afiyetle yediler.
Neymiş, nafakalarını çıkartabilmek için sathı minnacık ama nüfus yoğunluğu çok yüksek Madura'dan, yüzölçümü neredeyse sonsuz ve haniyse bomboş Borneo'ya göç eden fakir fukara insanlar, ezelden beri tropikal ormanı yakarak en ilkel tür avcılıkla geçinen ‘Dayak’ların ‘geleneksel sahası’na tecavüz etmişmiş...
İşte, buna kafası bozulan ‘cengaverler’ işi kafa keserek halletiler ve çökmüş Endonezya'da polis, ordu, candarma hak getire, Madura kökenliler can korkusundan çareyi Borneo'yu yamyam sahiplerine bırakıp kaçmakta buldular.
Hadi kelle avcıları, balta girmemiş ormanınızda tepe tepe avlanın!..
* * *
BÜTÜN bunları izlerken bir şey dikkatimi çekti, Batı'nın hafiften ‘solcu’, hafiften ‘ekolojist’ ve hafiften ‘üçüncü dünyacı’ medya ve kurumları, destek verdiler demeyeyim ama, bin bir dereden su getirerek katliama gerekçe aradılar.
Yok esas sorumlu Maduralıları gelişigüzel Kalimantan'a yollayan eski Endonezya diktatörü Suharto'ymuş; yok bu despotun hala yönetim kademelerinde bulunan adamları yeni yönetici Abdurrahman Vahid'in prestijini sarsmak için olaylara müdaheleyi engelliyormuş ve tabii bilhassa da, ‘geleneksel toplum’a mensup bir halkın tepkisini farklı çerçevede değerlendirmek gerekiyormuş...
Elinin körü! İşte ‘post modernizm’ denilen şeyin bu ‘geleneksel toplum’u durmadan ‘yüceltme’ (!) yanı yok mu, beni ifrit ediyor. Öfkemden çıldırıyorum.
Tamam, ‘Dayak’ların hakkını da korumak gerekiyor... Fakat bir sınırı var.
Canına yandığımın, hangi dünyada yaşıyoruz?.. Devasa bir sahadaki iki üç yamyam kabilesi ‘av adetleri’ni sürdürebilsin diye, bitişikteki tıkış tıkış adada pirinç ekecek bir avuç toprak bulamayan zavallıların oraya geçmesini engelleyecek ve onların açlıktan can çekişmesini kabullenecek miyiz?
Aslında, ‘post modernizm’in bu ‘geleneksel toplum’ budalalığı pek çok şey için geçerli ve ben hiç de ‘Jakoben’ birisi olmamama rağmen şeytan bazen öyle bir dürtüyor ki, ‘aydınlanmacı pozitivizm’in bayraktarlığını yapasım geliyor.
İnsanın ve uygarlığın ilerleme dürtüsünü reddederek hep ‘geleneksel toplum’ diye ahkam kesmek, nihayetinde, Tibet'in esaretçi teokratik sistemini onaylamaya veya Hindistan'ın korkunç kast skalasını kabullenmeye götürür.
İş bizde de feodal kalıntıların ‘kan davası’nı falan hoş görmeye varır ki, bunun sonu yoktur. O takdirde, Borneo'nun kafa avcısıyla pek fark kalmaz.
Evet, tabii ki hem beşeri, hem iktisadi ilişkilerde ‘geleneksel toplum’a belirli bir saygı ve mümkün mertebe ‘yumuşak geçiş’...
Ama başlarım kelle uçuran yamyamların palasındaki kanı bile utangaç biçimde silmeye hazır ‘post modern’ salozluğa...
Paylaş