Paylaş
Sözcük Rus Bolşevik Partisi lügatinde zuhur etmiştir. İlk telaffuzu da 1919 yılındadır.
Sonra aynı parti binbir yeni kısaltmayla Orwell romanındaki totaliter dili icat etmiştir ki, komünistler yukarıdaki deyimi ülkenin en yüksek organını tanımlamak için kullanmıştır.
GERÇİ doğru, söz konusu organ kâğıt üzerine Merkez Komitesi diye zikredilmiştir.
Yani Parti’nin teorik olarak, insanı zekâsıyla alay eden bir Lenin’in uydurduğu ve “demokratik merkeziyetçilik” diye dayatılan şarlatanlığına göre yönetildiği varsayılmıştır.
Duyun da inanmayın! Çünkü aslında bu kuyruklu yalan bile asla hayata geçmemiştir.
Ömrü vefa ettiği müddetçe “Kötülükler İmparatorluğu”nda daima ve daima, sayısı iki, hatta tek elin parmaklarıyla sınırlı kalan bir despotlar eliti hükümranlık sürdürmüştür.
İşte, o hazretlerin buluştuğu kamaranın adı da “politbüro” etiketiyle vaftiz edilmiştir.
Öyle ki, sen, ben, bizim oğlan; yani Stalin, Malenkov, Molotof yoldaş falan; ve de gelsin Kremlin mahremindeki salona çay, havyar, votka, Sibirya zindanlarındaki mahkûm kotasının kaç milyona çıkartılacağından, Omsk’taki montaj atölyelerinde kaç milimetre cıvata vidalanacağına, “kızıl oligarşi” evet demeden bütün Rusyalar’da tek bir kuş dahi uçamamıştır.
TA Gorbaçov’a kadar da yukarıdaki yapı hiç değişmedi. Yegâne bir istisna vardır.
Stalin öldüğünde “Politbüro” çoğunluğunu yitiren Kruşçof 1953 Eylül’ünde Merkez Komitesi Plenumu’nu imdada çağırdı ki, ancak buradaki destekle iktidarını pekiştirdi.
Artı, iktidarda veya değil, “Büyük Ağabey”i taklitle mükellef olan tüm komünist partileri aynı totaliter şemayı kendi bünyelerine de yansıttılar. Mostralıkları bizde bile duruyor.
Dolayısıyla, evrensel literatürde “politbüro” sözü telaffuz edildiği an ilk olarak, koyu takım elbiseleri ve asık suratlarıyla objektife bakan; kol kırılır yen içinde diyerek de dışarıya renk vermeden kapalı bir organizmayı demir yumrukla yöneten “demirbaşlar” düşünülür.
Lâfın kısası, “politbüro” kelimesi şeffaflığın, yeniliğin, sorgulayıcılığın, eleştirelliğin ve de tabii ki demokratlığın tam zıddındaki kavramları çağrıştırır ki, insanın sırtını ürpertir.
MALÛM, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde ezelden beri hüküm sürmüş olan bu totaliter yönetim mekanizması Mihail Gorbaçov birlikte ve tedricen değişmeye başladı.
“Şeffaflaşma” ve “yediden yapılanma” atılımları 1985’ten itibaren dinozoru sarstı.
Oysa aslına bakarsanız aynı Gorbaçov hem en baştan beri söz konusu merdanenin bir dişlisi olarak yetişmişti, hem de asla Parti’yi tasfiye etmek gibi bir niyet taşımıyordu.
Ancak yeni SBKP yeni lideri dönüşümün zorunluluğunu anlayacak kadar aklıselim ve de mevcut köhnelikle artık hiçbir yere varılamayacağını kavrayacak kadar öngörü sahibiydi.
Gerisini biliyoruz, burada bir defa daha tekrarlamayacağım.
İMDİİ, her ne kadar adı komünist ve amblemi orak-çekiç değilse bile ideolojik durağanlığı ve idari mekanizması itibariyle bilumum eski komünist partilerinin izdüşümünü yansıtan; zaten işte bu yüzden de merkez organına “politbüro” sıfatı verilen CHP’deki son gelişmelere bakıyorum da, kendi kendime “acaba mı” diyorum? Biraz biraz umutlanıyorum.
Acaba, tıpkı Gorbaçov gibi merdane dişlisi olarak yetişmiş bir Kemal Kılıçdaroğlu da devr-i daimi değiştirip ve yine onun gibi aklıselim ve öngörüyle davranıp, “şeffaflaşma” ve “yeniden yapılanma” atılımına cesaret ederek altı oklu kurumu dönüştürebilecek mi?
Acaba o da Mihail Sergiyeviç gibi “politbüro”daki “demirbaşlar”ın tekere sokacağı çomağı kırıp CHP’yi çağın, dünyanın ve Türkiye’nin düzeyine çıkartacak ufku açabilecek mi?
Bilemiyorum ama öyle olabilmesini bütün kalbimle ümit ve temenni ediyorum!
Paylaş