Paylaş
Şüphesiz ki o da bir stratejisi güdüyor. Söz konusu strateji içinde de taktikler üretiyor.
Zaten son baskın da aynı stratejik bütün içindeki bir taktik hamleyi oluşturuyor.
ANCAK kabul, totaliter şiddet örgütünün bugün ne ölçüde yekparelik arzettiğini ve hangi “şef”in komuta ve denetimi altında olduğunu tam kestiremiyoruz.
Dolayısıyla da yukarıdaki saldırı kararının “merkezi” olarak alınıp alınmadığı sorusu spekülasyona açık kapı bırakıyor. Ama yine de öz değişmiyor ve ağaç ormanı gizleyemiyor.
Çünkü tuzağın uzun hazırlık ertesinde ve kalabalık grupla kurulduğu düşünülürse, kim olursa olsun, bir “şef” tarafından saptanmış stratejinin şu an PKK’yı belirlediği göz çıkartıyor
Peki, taktikleriyle birlikte o strateji nedir ve hangi hedefi güdüyor?
Cevabın üç ana başlık altında toplanması gerektiği kanaatindeyim.
İLKİ psikolojik – politik bir hedeftir ve hem Türk, hem Kürt kamuoyuna yöneliktir.
Amaç medyatik eylemlerle o Türk kamuoyunu galeyana getirmek ve geniş kitleleri “sıradan Kürtler”e karşı saldırgan kılmaktır. Buna “pogrom körüklemek” deniyor.
Örgüt böylelikle iç savaş ortamı yaratmayı ve yukarıdaki tepkiye “karşı tepkisellik” verecek olan yine geniş Kürt kamuoyunu metazori kendi saflarına çekmeyi planlıyor.
Bu kurguya da siyasetbilim lügati “tırmandırma” veya “desperados” stratejisi diyor.
Artı, zaten ilk günden beri yöntemi devir devir uygulamış PKK tarza yabancı değildir.
Şimdi tekrar geriye dönüş söz konusudur ki arkasında da bir ikinci hedef yatıyor.
BU, illâ ve illâ muhatap kabul edilmek azmidir ki senaryo şu projeyi güdüyor:
Türk – Kürt geriliminin kitlesel planda zirveye çıkması, yani silahlı çatışmaların ve terör eylemlerinin kabul edilemez raddeye ulaşması TC Devleti’ne “pes” (!) dedirtecektir.
Dolayısıyla da örgüt kendini aynı Devlet’e “mutlak mercii” olarak dayatacaktır.
Kesilmiş olan Brüksel görüşmelerinin bir üst aşamada ve artık yarı – resmi ve yarı – açık nitelikte tekrar başlaması; diğer bir ifadeyle PKK’nın Türkiye devleti nezdinde yine artık fiilen meşrulaşması, buradaki stratejik hedefin diğer bir taktik aşaması olarak şekilleniyor.
Tabii yukarıdaki olgulara bir de, atmışlı ve yetmişli yıllardaki ilkel Türk solculuğunun rahle-i tedrisinde yetişmiş olan ve en totaliter Stalincilikle asla zihni köprülerini atamayan silahlı Kürt liderlerin AK Parti iktidarına beslediği “laikçi” (!) husumeti eklemek gerekiyor.
ÜÇÜNCÜ hedef ise uluslararası boyut da içeren “politik – militer” eksene oturuyor.
Burada önce TSK’yi Kandil’e çekerek ona “ders vermek”(!) tuzağını kastediyorum.
Sonra da Ortadoğu denklemleri çerçevesinde ve Suriye – İran – PKK ittifakında, bu defa genel olarak Türkiye’ye “ders vermek” kumpasını çağrıştırıyorum.
Nitekim insanlık dışı kimyasal silahlar kullanılmadığı takdirde yukarıdaki coğrafyanın hiçbir ordu tarafından kalıcı biçimde zaptedilemeyeceği göz önüne alınır ve örgüt ajansının da son dönemde hep Şam–Tahran–Zap eksenini vurguladığı düşünülürse, bu kart PKK’nın “Arap baharı” ertesinde kendi halkına dayatmak istediği “Kürt kışı” kozuna tekabül ediyor.
İMDİİ, bunlar bir stratejik bütündür ve Çukurca tuzağı da o bütünün taktik parçasıdır.
Türkiye’nin bu askeri pusudan çok daha vahim olacak bir siyasi pusuya düşmemesi ise PKK’nın yukarıdaki stratejisini kavrayarak sağduyuyu elden bırakmamasıyla mümkündür.
Tabii burada Türkiye derken sırf devleti, hükümeti, iktidarı değil, en başta “sıradan yurttaş” olmak üzere Türk-Kürt bütün kurum, parti, örgüt ve medyayı kastediyorum.
Paylaş