Paylaş
Bu sayede de “Anadolu Etüdleri Fransız Enstitüsü” tarafından Paris’te düzenlenen ve “Dünya Metropolü İstanbul’un Hizmetinde Kültür” temasını işleyen panelde şunu işitti.
* * *
MALÛMUNUZ, muhafazakâr kimliğiyle tanınan ve hatta sırf bu nedenden ötürü de ürettiği mamulât 28 Şubat generalleri tarafından boykot edilmeye yeltenilen çok büyük bir holdingimiz geçenlerde epey fahiş bir fiyata çağdaş bir ressamımızın tablosunu satın almıştı.
Ve dedikodu varsa söylenenin boynuna, ta Fransa başkentine ulaşan şayiaya göre de şirket bundan çok memnunmuş. Müthiş “PIAR” oldu diye, tabir caizse el ovuşturuyormuş.
İdari kademe, “yahu biz şu kadar yabancı ülkeden şu kadar işletme devraldık ve ekonomiye şu kadar katkı yaptık ama bir sanat eserine üç kuruş yatırmakla medyadaki sesimiz bunlarla kıyaslanmayacak oranda duyuldu” şeklinde yorum yapıyormuş.
Zaten de yukarıdaki olgu panel sırasında, işe okul ve üniversite açmaktan başlayan; ardından koleksiyonculuğa ve müzeciliğe yönelen Türkiye burjuvazisinin “kültür politikası” ve “imaj değişimi” tartışmalarında ele alınan ana eksenlerden birisine örnek oluşturdu.
* * *
Yok efendim böyle bir gelişme “sanatın burjuvazi tarafından kapitalist metaya dönüştürülmesi ve reklam aracı olarak kullanılması hizmet etmiyor muymuş”?
Şeytan dön ve madamayı şöyle iyicene fırçala dedi ama ya sabır, sukûnetimi korudum.
* * *
Yani sizin “Batı”nızda da ve tâa Rönesans’tan bile çok önce, şu “mecene” denilen ve kesesi düka altınıyla taşan “sanatperverler”in ezici çoğunluğunu, palazlandığı için artık kılıç ve kan aristokrasiyle aşık atmaktan korkmayan ilk merkantil burjuvazi oluşmuyor muydu?
Yoksa o muhteşem Medici’lerin “ilâhi sanat aşkı”(!) Floransa’da tezgâhını açtıkları aktar dükkânının kavanozundan mı çıktı? Her bir yana en ünlü ressam ve heykeltıraşlar tarafından işlenmiş olan o familya armaları “prestij” ve “reklam” simgesi değil de nedir ki?
Bırakın oralara gitmeyi, hâlen Fransa’daki en büyük çağdaş sanat himayecilerinden birisi olan ve “haute couture” elbisesinden “Enigme” parfümüne kadar binbir tarakta bezi bulunan şu meşhur Pierre Cardin aynı “himayecilik”i sebil niyetine mi yapıyor?
Tablo satın alırken, müze açarken, burs verirken, zaten “sinye” o Cardin markasını belirli bir imajla, belirli bir gradoyla, belirli bir elitizmle donatmak gayesi gütmüyor mu?
Her halükarda da, yaratıcının elinden çıktığı andan itibaren sanat eserinin “meta”ya dönüşmesi bütün ekonomik sistemlerde mutlak bir “iktisadi gerçeklik” oluşturmuyor mu?
* * *
Zaman ve mekân içinde evrilerek çok daha geniş bir toplumsallıkla bütünleşiyor.
Velev ki ilkin rakipleriyle yarışmak için olmuş olsun, şu veya bu şirketin bir tabloya para yatırması; turşusunu kuramayacağına göre onu bir yerlerde sergilemesi; giderek de o sergilemeyi müzeyle falan zenginleştirmesi, “yaratıcı-alıcı-bakıcı” üçgeninde yepyeni bir dinamik oluşturuyor ve büyük harfli “Kültür”ün “estetik” boyutunu şekillendiriyor.
Ve muhafazakârları dâhil Türkiye burjuvazisi bu “kültür estetizasyonu”ndaki tarihi misyonunun nihayet üstleniyor ki, eh “kültürazzilik” hoşuma gitti, yarın da sürdüreceğim.
Paylaş