BENİ yatağa çivileyen lánet bir belfıtığı sancısından dolayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün názik davetine icábet edemeyerek Pakistan’a gidemediğime gerçekten çok üzüldüm.
Çünkü, hem ziyaret, hem ticaret bir yolculuk olacaktı.
Tabii ki işin gazeteci angaryalığını yüklenmek zorunda kalacaktım ama, öte yandan da, şimdiye dek hiç görmediğim ve ancak kitabiyattan bildiğim bir ülkeyi tanıyacaktım.
Hoş, ne kadar tanırdım o ayrı mesele!
* * *
ÖYLE, zira sayısız tecrübemle sabittir ki, bizim gazeteci milleti böylesine "yıldırım sürát" gezilerde, elle tutulur hiçbir şey keşfedemez.
Hem "haber atlarım mı" korkusuyla tir tir titrediğimizden, hem de protokoler boyut çok fazla ağır bastığından, gittiğimiz yerde en fazla "koku" hissederiz. O kadar!
Birincisi, uçak lumbozundan gördüğünüzle; ikincisi de, otelden toplantıya götüren minibüs camından seyrettiğinizle kalırsınız ki, sözümona ülkenin "nabzını tutacaksınız".
Láf ola beri gele, o ülkenin ancak mizanpilili veya briyantinli saçlarını tutarsınız!
* * *
ÇÜNKÜ soruyorum, İngiliz usûlü giyinmiş olan ve Hint muhaciri bir aileden inen şu şıkıdım lobici kız veya aynı İngilizceyi "Oxbridge" şiveyle konuşan ama en "kitsch" altın saati takmak adetini sürdüren şu kranta tercüman, bana Pakistan hakkında ne öğretebilir?
Elimle koymuş gibi biliyorum ki onlar da kendi sırça köşklerinde yaşıyorlar.
Háttá muhtemelen, yukarıdaki kitábiyat sayesinde bizzat ben onlara, Peştû kabileler arasındaki kanlı bıçaklı iç hesaplaşma; yahut, üst rütbeli Pencábi generallerle az yıldızlı Sindi subaylar arasındaki çekememezlik hakkında, şöyle gayet oturaklı bir nutuk atabilirim.
Daha háttá, hızımı alamayıp, Pakistan’a karşı Türk resmi söyleminin daima "dost ve kardeş ülke" olmasının tá geçen yüzyıl başından beri sürdüğünü ekleyebilirim.
Tabii bu takdirde, hoş lobici kızla yárenliği geliştirebilmem ve punduda getirip, "size sari de pek yakışıyordur" diyecek ortamı hazırlamam için, nedenini açıklamam gerekir.
* * *
İLKİN, bunun İslamabad başkentli yeni devletle hiç ilgisi bulunmadığını söylerim.
O "dost ve kardeş ülke" sıfatlandırmasının, Kuvva-ı Milliye sırasındaki yüklü para yardımından bile önceye, Hint Müslümanlarının Girit krizi ve 1. Cihan Harp’i esnásında imparatorluğumuzla göstermiş olduğu ilk dayanışmaya uzandığını anlatırım.
Ancaak, öyle Bağdat Paktlarına, CENTO’lara mentolara girmem. Can sıkar.
Öte yandan, belki hoş lobici kız biliyordur ama burada da ihtiyatlı davranırım.
Büyük Britanya’nın çekilmesinden sonra illá Hindistan’dan ayrılmak sevdasına kapılan; dolayısıyla da ülkenin adını İslami çağrışımlı bir temizliğin "paki" kelimesinden türeten Muhammed Ali Cinnah’ın aslında viskiye pek meraklı olduğunu ve devirdiği kadehlerin İskoçya’da "pirüpak" damıtılmış özel şişelerden doldurulduğunu es geçerim.
Zaten, Pervez Müşerref’in kendi kendini cumhurbaşkanı seçtirmesi; Benazir Butto’nun ABD’yle danışıklı döğüş Paskistan’a dönmesi; hükümetin "El Kaide" militanlarının iadesini o ABD’ye karşı bir pazarlık kozu olarak kullandığı gibi netámeli konulara da girmem.
Neme lázım, siyaset uzak dursun. İşte kuş misáli geldik ve hiçbir şey keşfetmeden hemen dönüyoruz ki, bari şu lobici koş kız sári giysin de, bendenizin kuş gözü ona konsun.
* * *
FARKINDASINIZ değil mi, hayal dünyası geniş şu gazeteci milleti ayak basmadığı; lánet ağrılardan dolayı gidemediği bir Pakistan’dan dahi nasıl da láf yumurtlayabiliyor!
Varın, Cumhurbaşkanı náçiz kulunuzu tekrar davet etmek álicenáplığını gösterir ve de bu defa katılabilirsem, o gidilecek yerden daha neler yumurtlayabileceğimi siz hesaplayın.