DOĞRUSU, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bazı konularda öylesine katılaşmış ki, kendi resmi politikalarını uygulamak konusunda dahi hiçbir elástikiyet gösteremiyor.
Asla esnek davranamıyor ve eline geçen fırsatları bile boşu boşuna heba ediyor.
Nitekim, eğer ben onun; háttá "derin devleti"nin yerinde olsaydım, girişimcilere ateş püskürmek ne kelime, tam tersine, 1915 Tehciri’nin acıları için Ermeni kardeşlerimizden bireysel olarak özür dileyen sivil imza kampanyasını sonsuz memnuniyetle karşılardım.
***
EVET evet, sonsuz memnuniyetle karşılardım, fakat tabii ayıp kaçar ve bilhassa da bir çuval inciri berbat eder, bu hoşnutluğumu minare şerefesine çıkarak duyurmazdım.
Ama, gayet "realpolitik" ve son derece pragmatik bir yaklaşımla yan cebime atardım.
Ve, bizzat kendi "resmi tezi"mi uluslararası arenada savunmayı sürdürebilmek için de, söz konusu inisyatifi harikuláde bir "diplomatik koz" olarak kullanırdım.
Ancak heyhat, "derin"i veya "sığ"ıyla nerede öyle "kurnaz" ve "kıvrak" devlet?
Bunun nasıl böyle olabileceği konusuna yarın değineceğim, çünkü bugün çok rezil ve çok demagojik bir iftira ve çarpıtmanın ipliğini pazara çıkartmak gerekiyor.
***
HAYIR, imza kampanyasında herhangi bir "soykırım" için falan özür dilenmiyor!
Bunu iddia edenler yalan söylüyorlar. Göz göre göre gerçeği tahrif ediyorlar.
Zira 1915 Tehcir’i söz konusu metinde, Ermenilerin ta o tarihten beri "Metz Yegern" diye adlandırdığı olayın Türkçe tercümesi olan "Büyük Feláket" ibaresiyle zikrediliyor.
Oysa bu deyim hiçbir şekilde "jenosid" anlamına gelmez! Gelmiyor! Gelemez de!
Zira, "soykırım" kelimesi kılı kırk yaran hukuki bir terimdir. Boşboğazlık kaldırmaz.
Ağızda sakız çiğnenir gibi telaffuz edilmez. Kesin müeyyideleri vardır.
Artı, o "jenosid" sözcüğü uluslararası lûgate ancak 1948 yılında; yani "Metz Yegern"in kullanılmaya başlanmasından çok sonra girmiştir.
***
HALBUKİ, söz konusu hukuki deyimin yegáne tescil mekanizmasını oluşturan Birleşmiş Milletler Tehcir’i bir "soykırım" olarak nitelendirmedi. Böyle bir karar falan yok!
Ne New York Genel Kurul’u, ne de Lahey Adalet Divanı bu yönde bir tutum belirledi.
Zaten de, Yahudilerin Tevrat’a uzanan "shoah" veya "holocaust" deyimleri aynı BM organları nezdinde hiçbir kıymet-i harbiye taşımaz. Tek geçerli kavram "jenosid" terimidir.
Üstelik, Ermeni kardeşlerimizin acısını insani planda paylaşsak dahi, bu, bu satırların yazarı da dahil, eminim ki, bildiriyi imzalamış ve imzalayacak olanların ezici çoğunluğunun "Büyük Felaket"i bir "soykırım" addettiği anlamına gelmez ve gelmiyor!
***
KALDI ki, özür dilemek ahláki ve vicdáni bir iç hesaplaşma sonunda varılmış olan ve sadece o kişiyi ilgilendiren bireysel bir kararın dış tezahürüdür. Tamamen şahsidir.
Ama, mazideki olaylar hakkında jenosittir veya değildir türünden bir "yargı hükmü" imzalamak, tarihçi ve hakimlerin dışında kimsenin üstüne vazife değildir. Haddi de değildir.
Nitekim, böyle bir hükme yer vermediği içindir ki, Ermeni diasporası bünyesindeki "ultra"ların imza kampanyası karşısındaki tutumu aşağı yukarı, "dostlar alışverişte görsün kabilinden adam mı kandırıyorsunuz? Alın, özrünüzü başınıza çalın" şeklindedir.
Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranan ve zaten kimseye yaranmak kaygısı taşımayan girişim, bizim "ultra"ların aksine, onların "ultra"ları tarafından "oportünist" (!) addedilmektedir.
Artı, güler misin, ağlar mısın, aynı diaspora "ultra"ları Türkiye Devleti’ni çok kurnaz sandıklarından, inisyatifin arkasında "TC parmağı" (!) olduğundan şüphelenmektedirler.
En başta sözünü etmiş olduğum bu konuyu yarın işleyeceğim.